Yazabildiğin kadar yazmalısın. Faydası yok belki! Onlar insan haklarını tükettikçe demokrasi ve özgürlüklere düşmanlıkları çoğalıyor.

Yine de yazabildiğin kadar, yaşayabildiğin kadar ve sahip olduğun temel hakları, özgürlükleri savunduğun kadar yazmalı, çaba göstermelisin; onlara inat!

Adaletsizliklerin olduğu yerde, kaldırımda biten ot gibi bitmelisin. Cezaevi penceresindeki tel örgülerin orasında burasında rengarenk ve güneş ışığının girebildiği yerde açan çiçek olmalısın.

Yeniden insan hakları, yeniden eylem planları; kimin için ve kime karşı?

İnsan Hakları Eylem Planı taslak metnine göre “ilkeler” başta olmak üzere 9 amaç hedeflendiği basında yer aldı. 49 Hedef, 374 faaliyetten bahsediliyor…Çoğu idari kararlar olacakmış…

Haberlere göre eylem planında, devletin bireylerin hak ve hürriyetlerini koruma görevi nedeniyle “hak ve hürriyetleri koruma altına alacak yasal düzenlemeler”, “hukuki öngörülebilirlik ve şeffaflık” yer alıyormuş. Yeni bir şey yok demek ki! Hükümet programında birkaç değişiklik ve olaylara göre yasal düzenlemeden ibaret yeni bir reform daha…

2019 yılının aralık ayının sonlarına doğru Adalet Bakanı Abdülhamit Gül “Yeni insan Hakları Eylem Planı” hazırlık sürecini anlatmıştı. Adalet Bakanlığının web sitesinde “haber” oldu ve üzerinden bir yıl bir ay geçti.[i]

Yargı Reformu Strateji Belgesinin başlangıç alınacağı ifade edilen Bakanlık web sitesindeki habere göre; Türkiye'nin Avrupa Konseyi üyesi ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin tarafı olduğuna, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin de yargı yetkisini kabul ettiğine dikkati çeken Adalet Bakanı; Türkiye’nin sadece ulusalüstü sözleşmelere olan bağlılığından değil “milletin layık olduğu” insan haklarının bağlayıcılığından söz etmişti.

“Yeni planda, Anayasa Mahkemesi ve AİHM kararlarında yer verilen ihlal alanlarına ilişkin etkili çözümlerin geliştirilmesi, insan hakları alanında faaliyet gösteren uluslararası koruma mekanizmalarının gözlem ve raporlarının dikkate alınması…” Bir yıl öne Adalet Bakanı demişti…

Dikkate alan olmadı bile… 2020 yılı içinde AİHM ve Anayasa Mahkemesi kararlarının dikkate alındığına değil, alınmadığına tanık olduk.

2020 yılı içinde AİHM ve Anayasa kararlarının işaret ettiği hak ihlallerini ortadan kaldırmak için “etkili çözüm yollarının” gerçekleştirilmesi yerine; yüksek ve ulusal üstü mahkemelerin kararlarını nasıl yok sayacağımıza dair tartışmalar yaratıldı…

Anlaşılan bir yanda eylem planı hazırlıkları sürdürüldü, öte yanda 2020 yılında hukukun üstünlüğünün başına gelenlerin tanıklarıyız, sanıklarıyız, olağan şüphelileriyiz. Ne bir eksik ne bir fazla bile değil, aksine; yeterinden çok şey yaşadık.

İnsan Hakları Eylem Planı'nın hazırlık süreci anlatılırken “her türlü görüş ve önerilere” açık olduklarını ve Adalet Bakanlığı koordinasyonunda eylem planının “hükümet planı haline getirilmesi sağlanacaktır.” denilmişti. Öyle de oluyor… İnsan Hakları Eylem Planı; insan hakları için eylem planı olmaktan daha çok 2023 yılına kadar “hükümet planı” oluyor, bu amaçla hazırlanıyor. Amaç insan değil, hükümet herhalde…

AKP’de tartışılıyor, Cumhurbaşkanına sunuluyor, Cumhurbaşkanı tarafından açıklanacak…

Bakan Gül, “Hiçbir gerekçe, hiçbir politika insan hakkının engellenmesine gerekçe olamaz. Hiç kimse ‘özgürlükleri yok etme’ özgürlüğüne sahip değildir.” demişti bir yıl bir ay önce eylem planının nasıl olacağını anlatırken.

30 Mayıs 2019 Yargı Reformu Stratejisinden sonra 2020 yılı içinde Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi önünde Türkiye devlet olarak “hakları kötüye kullanma yasağını” ihlal etmekten mahkûm oldu. Hiçbir politikanıza, hiçbir gerekçenize rağmen insan hakları karnemizde Türkiye’ye olan bu….

Bizi bağlamaz diyorlar…Yoksa eylem planınızda AİHM ve Anayasa Mahkemesi kararları Türkiye’yi ve bizim milli mahkemeleri bağlamaz diye kanun mu yapacaksınız?

Yoksa yargıya; “AİHM ve Anayasa Mahkemesi kararlarına uymamakta serbestsiniz, bağımsız ve tarafsız milli mahkemelersiniz” demek suretiyle telkin ve tavsiyede bulunmayı düşündüğünüz için bu defa İnsan Hakları Eylem Planınızda “ilkeler” koyarak mı hukuk sistemini bağlayacaksınız?

Bir iki ana başlık ve bazı istatistiklere göre hukuk sisteminin verilerine bakalım…

2020 yılında yayımlanan dört ayrı BİA Medya Gözlem Raporuna göre 180 ülkeli RSF’ye göre Dünya Basın Özgürlüğü Endeksi’nde 154. Sıradayız.

2020 yılında 23 gazetecinin “hakaret”, “örgüt üyeliği”, “örgüte üye olmadan yardım” veya “casusluk” “terör örgütü propagandası” suçlarından MİT Kanunu gibi kanunlara aykırılıktan toplam 103 yıl 3 gün hapis cezasına mahkûm edildiği raporlandı. Basın İlan Kurumu, 2020 yılında eleştirel yayınlarından dolayı beş gazeteye toplam 276 gün ilan kesme cezası verdi.

2014’ten 1 Ocak 2021’e kadar “Cumhurbaşkanı’na Hakaret” suçundan altı yılda 63 gazeteci mahkûm edildi. 2019 yılında da 26 gazeteci şiddetin hedefi oldular.

Umut Vakfı “Türkiye Silahlı Şiddet Haritası” 2020 Raporuna göre; yıl içinde yaşanan 3 bin 682 silahlı şiddetin yüzde 85’i ateşli silahlarla işlendi…2020 yılında basına yansıyan 3 bin 682 silahlı şiddet olayında; 2 bin 40 kişi öldü, 3 bin 688 kişi de yaralandı…2020’de şiddet azalmadı. 3 bin 623 olayın gerçekleştiği 2019’a göre 2020 yılında geçen yıla oranla 59 olayın daha fazla yaşandığını ortaya koydu. Kadın cinayetleri ise utancımıza utanç katan erkek egemen toplum anlayışına sürüklendi. Cinayetlerin saklısı gizlisi yok, gözümüzün önünde olup bitiyor…

Mayıs ayında açıklanan 2019 Yargı Reformu Stratejisinin 26 ve27 inci sayfalarına göz atın.

Stratejinin iki temel yönü vardı. Birisi mevzuat ve onun altyapısı, diğeri uygulamaya ilişkindi. Deniyordu ki: “uygulamada insan hakları duyarlılığının artırılmasına ilişkin çalışmalar yapılması planlanmıştır. Bu çalışmalar özellikle ifade ve basın özgürlüğü, toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkı ve tutuklama tedbirine ölçülü başvurulmasına yönelik olacaktır.”

Böyle yazılı; acaba bir yıl bir ay sonra hazırlanabilen eylem planında neler olacak?

Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi'nin üye devletlere gazeteciliğin korunması, gazetecilerin ve diğer medya mensuplarının güvenliğine ilişkin CM/Rec (2016)4 sayılı tavsiye kararı, Bakanlar Komitesi tarafından 13 Nisan 2016 tarihli 1253’üncü toplantısında kabul edilmiştir.

Komite, gazetecilerin ve diğer medya mensuplarının giderek artan bir şekilde görüşleri veya haberleri nedeniyle tehdit, taciz, gözetim, yıldırma, özgürlüklerinden keyfi olarak yoksun bırakılma, fiziksel saldırı ve işkenceye maruz kalmaları, hatta öldürülmeleri endişe veren ve kabul edilemeyecek bir durum olduğu kanaatindedir.

Bu konuda Eylem Planının kanaati nedir?

Komitenin görüşüne göre; “İfade özgürlüğü hakkının korkmaksızın kullanılabilmesinin asgari gereği, güvenlik ve korumanın özelde gazeteciler ve diğer medya mensupları, genelde herkes için etkili olarak uygulanması ve bu kişilerin kamusal tartışmalara korkmadan, korktukları için davranışlarını değiştirme gereği duymadan katkıda bulunabileceği beklentisinin ortaya çıkmasıdır.

Korku uyandırmak için internet üzerinde taciz, tehdit ve sanal saldırılar ile "trolleme", sanal takip, e-posta ve sosyal medya hesaplarının, elektronik depolama sistemlerinin, web sitelerinin, cep telefonu ve diğer cihazların “hacklenmesi” gibi yasadışı eylemlere başvurulabilir. İnternet üzerinde taciz, tehdit ve istismar ile dijital güvenliğe yönelik saldırılar özellikle kadın gazetecileri ve diğer kadın medya mensuplarını hedef almakta olduğundan, bunlara karşı cinsiyete özel müdahaleler gereklidir.

Fakat korkunun tek kaynağı tehdit ve şiddet değildir. Korku aynı zamanda, ekonomik kriz ve mali darboğazlar döneminde şiddetlenebilecek hukuki, siyasi, sosyokültürel ve ekonomik baskılar (ya da baskı tehdidi veya makul baskı beklentisi) ile de yaratılabilir.”

“Kamuoyu tartışmalarına katkıyı önlemek için hakaret, terörle mücadele, ulusal güvenlik, kamu düzeni, nefret söylemi, dine sövme ve bellek yasaları gibi mevzuat türlerinin kötüye kullanımı, istismar edilmesi ya da kullanılacağının tehdidi, gazetecilerin ve diğer medya mensuplarının kamuoyunu ilgilendiren konularda haber yapmasını engelleyici veya yıldırıcı yöntemler halini alabilir.

Yasaların ve hukuk süreçlerinin gereksiz, kötü amaçlı veya kasıtlı kullanımı, bu tür davalara itirazın hukuki maliyetleri de düşünüldüğünde, özellikle birden çok davanın açılması durumunda bir baskı ve taciz yöntemine dönüşebilir.

Taciz, büyük basın kuruluşlarının mensupları gibi hukuki korumadan, mali ve kurumsal destekten yoksun gazeteciler ve diğer medya mensupları söz konusu olduğunda daha da şiddetli hale gelebilir.”

“Gazeteciler ve diğer medya mensuplarına yönelik tehdit ve yıldırma girişimleri, toplumda ifade özgürlüğüne karşı daha geniş veya şiddetlenen tehditlerin işaretçisi veya belirtisi olabilir. Bu nedenle insan hakları, demokrasi ve hukukun üstünlüğünde genel bir çürümenin göstergesi olmaları mümkündür.”

Avrupa Konseyine üye birçok devlette karşılaşılan bu sorunlar bizde toplumsal ve sürekli kriz halidir, çürümeye dönüşmek üzeredir, çürüme çoktan başlamıştır.

AİHM'nin 2020 istatistikleri yayınlandı. Karar bekleyen yaklaşık 62 bin dava başvurusu var. Rusya 13 bin 800 dava başvurusuyla (yüzde 22,4) ilk sırada, 11 bin 150 başvuruyla Türkiye (yüzde 18,1) ikinci…10 bin 250 başvuruyla Ukrayna (yüzde 16,7), 7 bin 700 başvuruyla Romanya (yüzde 12,5), 3 bin 400 başvuruyla İtalya (yüzde 5,5) yer alıyor….

Türkiye'den gelen başvurular bir yıl öncesine oranla yüzde 27 artış göstermiş. Rapora göre; AİHM’si Türkiye hakkında verdiği 21 mahkûmiyet kararıyla Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin adil yargılanma hakkı var… 16 kez özgürlük ve güvenlik hakkı, 14 kez mülkiyet hakkı, 11 kez de toplanma ve dernek kurma özgürlüğüyle ilgili maddelerin ihlal edilmiş…

İlk sırada ise ifade özgürlüğünün ihlali var. AİHM geçen yıl Avrupa geneli için 80 kez 10'uncu maddenin ihlaline karar verdi. Türkiye 31, Rusya ise 23 davada 10'uncu maddeyi ihlalden mahkûm oldu.[ii]

Herkesin hukuk güvenliği tehlikededir…İfade özgürlüğü yoktur, basın özgürlüğünün zerresi korunabilirse korunmalıdır.

İnsan haklarından hukuk yapılır. Hukuk insan haklarını korumanın güvencesidir. Kanunlarla kurulan sistemdeki hukuk reformu; kurulmuş düzene uygun reformdur sadece. Düzeni kuranların hükümet programı olur, insan haklarının işine yaramaz. Hukukun üstünlüğünü sağlamaz.

Sonuç olarak; gazetecilere karşı duyulan nefretin ve düşmanlığın açtığı yolun başında “haberlerin”, “yazıların” ve gazeteciliğin suç sayılmasıyla çoktan başlamış olan, şiddetlenerek herkese karşı devam edecek olan ayrımcılık ve baskının anlamı; toplumda ceza tehditlerinin sürekliliğidir ve insan haklarının çürütülmesidir.

Böyle bir yol demokrasi ve hukukun üstünlüğünü tüketir. Güven vermez, adalet yaratamaz.

İnsan Hakları Eylem Planınızda yaşanmış hak ihlallerine nasıl son vereceksiniz?

Acaba insan haklarının çürütülmesini önleyecek bir eylem planınız var mı?

 

[i] http://www.basin.adalet.gov.tr/Etkinlik/bakan-gul-hicbir-politika-insan-hakkinin-engellenmesine-gerekce-olamaz Erişim 28.12.2019

[ii] https://www.dw.com/tr/aihmnin-2020-bilançosu. DW Türkçe Kayhan Karaca Haberi