Geçtiğimiz haftayı İzmir’i merkeze alan Ege Bölgesi’ndeki depremin getirdiği yıkımlarla ve acılarla dolu olarak geçirdik. Ülkenin en çağdaş kentlerinden biri olan İzmir de depremzede birçok il ve ilçe gibi kötü yapılaşmanın kurbanı olmuştu. İktidarın yıllardır kentlerimizi, kasabalarımızı betona boğduğu, inşaatçılara rant ağını açmak için her türlü yasa dışı uygulamaya olur verdiği bir ortamda güzel İzmir’in başına gelenlere de çok şaşmamak lazım. İzmir halkı her zaman olduğu gibi bu felaket karşısında da dayanışmayı elden bırakmadı. Mahalleleriyle, esnafıyla, genci, yaşlısı, erkeği, kadınıyla enkaz kaldırma çalışmalarının yanında oldu. Evleri zarar görenleri konuk etmek için evleriyle, otelleriyle, park ve bahçeleriyle, hipodromuyla büyük bir konukseverlik sergiledi.

Bu dayanışma aslında kaynağını ulusal birlikten almanın bir unutulmaz örneğiydi. Ulus olmak böyle bir şey. Deprem felaketinde enkaz kaldırma çalışmaları hâlâ sürüyor. Madenciler de diğer kurtarma ekipleriyle birlikte canını dişine takmış gece gündüz uğraş veriyor. Enkaz kaldırma çalışmaları sırasında toplumun sevinci olan 3 yaşındaki Elif Perinçek’i de karanlıktan çıkan bir ışık gibi görmek insanlık için büyük bir mutluluktu. 65 saat ölüme karşı direnen Elif karanlıktan aydınlığa çıktığında hayata tutunmanın sevinciyle gülümsüyordu. Ardından 91 saat sonra 4 yaşındaki Ayda’nın yaşam direnci İzmirlilerin umutlarını daha da pekiştirdi. Tabii bizlerin de…

İzmir’i siyasetin odağına oturtmak isteyen iktidar, bir yandan felaket bölgesine gönderdiği bakanlarıyla siyasi şov yaparken, bir yandan da trolleri sözüm ona İzmirlileri aşağılamaya çalışan tweetler atıyorlardı. Yazılanlar o kadar çirkindi ki, sonuçta servis sağlayıcı bunları yasaklama zorunluluğu duydu. Bir atasözü vardır. “Meyve veren ağaç taşlanır” İzmir insanıyla, sanatıyla, yetiştirdiği ürünleriyle ve ülkenin önemli bir ticaret merkezi olmasıyla da kendini kanıtlamış bir ilimiz. Üstelik de kurtarıcısının izinde giden yurtsever bir topluluk. Türkiye’deki din bağnazlarının, özgürlük düşmanlarının halkı bölmekten yarar umanların, rantçıların barınamayacağı, barındırılmayacağı bir bölgedir Ege. Bu böyle biline…

İktidarımız son günlerde halk üzerinde algı yaratma operasyonlarını daha da arttırmış görünüyor. Ufukta seçim yok diyorlar ama ekonominin dibe vurduğu, pandeminin üstünün yalanlarla örtülemediği, sel ve deprem gibi doğal afetlerin yurttaşları vurduğu bir ortamda baskın seçim iktidar erki için tek şans olabilir.

Elbette burada ana muhalefete düşen görev büyük. İktidarın dümen suyunda giden Cumhuriyet Halk Partisinin başı çekeceği Millet İttifakının ne denli başarılı olacağı kanımca tartışılır. Sağ partilerle iş birliği tercihinden vazgeçmeyen ana muhalefet partisinin genel başkanının ve yönetici arkadaşlarının durumu dikkatle izlemeleri, halkın mı, büyük sermayenin mi yanında yer alacaklarına bir karar vermeleri gerekiyor. Yalnızlaştırılan Türkiye’de sorun yalnız Erdoğan’ın gitmesiyle bitmeyecek. Önemli olan ülkenin laik, bağımsız demokrat kimliğinin sağlıklı bir biçimde ortaya konmasıdır. Muhalefet buna hazır mı göreceğiz.

Yazıyı İzmirli Şair Nahit Ulvi Akgün’ün bir şiiriyle sonlayalım. “Bölük Pörçük”

Bölük pörçük imgeler
Hani pul pul serpilen
Şenlikte düğünde görülen
Yağmur bu ne çabuk geçer

Bölük pörçük düşler
Sırtında bir ölü
Bu ağır yükü
İndirince çilen biter

Bölük pörçük düşünceler
Yüzün yarım aynalarda
Öteki yarımı arar da
Deli gibi yollara düşer

Bir gelir bir gider
Bilemezsin ne yapacağını
Yadırgarsın çağını
Tanıyamaz seni görenler