Yeni dünya düzeninde devletler arasındaki ilişkiler bir yana kendi ülkenizdeki yöneticilere bile güveniniz kalmadıysa, o zaman yaşama tutunmakta büyük sorunlarla karşı karşıyasınız demektir. Yeni yüzyılın daha ilk çeyreğine ulaşmadık, görünen manzara ürkütücü. Sözüm ona dünyaya yön veren varsıl ülke liderlerinin tümü kendi ülke halklarına yalan söylüyorlar. Yetmiyor dünya halklarını kandırıyorlar. Tekellerine aldıkları devasa iletişim aygıtları ile yazılı, görsel, internet fark etmiyor, tek sesli bir haber ağı ile insanların beynini yıkıyorlar. Uluslararası şirketlerin çıkarlarını korumak, silah endüstrisini ayakta tutmak için dünyanın dört bir yanında savaş çıkarıyorlar. Kendi yarattıkları terörü şimdi insanların temel hak ve özgürlüklerini kısıtlamak amacıyla kullanıyorlar. Din çatışmalarını, ırkçılığı öne çıkaran devletlerle de yakından ilgililer. Kimine destek veriyor kimine köstek oluyorlar. Kazanç hırsları gözlerini öylesine kör etmiş ki insanı, doğası ve bütün canlıları ile gezegenin sonunu hazırladıklarının ayırtında bile değiller.

Peki “Türkiye’nin bu ortamda yeri nerededir?” derseniz hiç duraksamaksızın “yeni dünya düzeninin yanı” diye yanıtlarım. İşçilerin emek insanlarının değil, salt sermaye kesiminin çıkarlarını kollayan, kamuoyunun haber alma, bilgi edinme hakkını yok etmek amacıyla kendi medyasını yaratan bir iktidar var. Bilimden giderek uzaklaşarak, üniversiteleri medrese zihniyeti ile yönetme sevdasındadır bu iktidar. Silahı, savaşı kutsayan barışı, halkların kardeşliğini suç sayan devlet yapısı hakkı, hukuku, adaleti unutturalı çok oldu yurttaşlarına. Şimdilerde hem işsiz müteahhitlere iş alanı açmak hem de daha çok gazeteci, daha çok aydın, daha çok Kürt yerleştirebilmek için yeni cezaevleri inşaatları gündemde. Eh koşullar elverirse önümüzdeki yeni dönem ılımlı İslam modelinden ılımlı faşizm uygulamalarına geçiş dönemi olacak. Bu durum karşısında ana muhalefetin ne yaptığını sorarsanız fikrimce seçim rehavetini henüz atamadılar üstlerinden. Uslu çocuk rolünü oynayıp halktan ‘feraset’ bekliyorlar.
Yazıyı Nâzım Hikmet’ten bir şiirle sonlayalım. Bizi anlasa anlasa en iyi Nâzım Usta anlar da ondan:

MAZERET


Şu kara toprağın üzerinde
yıldızların arasında
yolculuğumuz
ne kadarcık zamanın işi ki!..
Elimizde ateşin sönmeden yanışı,
taş baltamızın yaban öküzünü yenişi,
alnımızın genişleyip aydınlanışı,
hele, güzelin karşısında başımızın dönüşü
daha dünkü mesele.
Hısım akraba içinde zaten
en azınlık değilsek de
-herhalde fillerin sayısı bizden az-
en genç galiba biziz,
bugünkü halimiz de galiba bu yüzden.
Siz çok daha yaşlısınız bizden,
gün görmüş, umur görmüşsünüz,
dağlar, taşlar ayıplamayın bizi,
kurtlar, kuşlar bizi ayıplamayın,
bizi ayıplamayın komşular;
öfkeden ağlanasıya sersem,
gaddarcasına bedbahtız.