Tuhaftır insanlık halleri. Çoğu kez aklımızdan, mantığımızdan öte duygularımız yönetir davranışlarımızı, giderek kişiliğimizin, kimliğimizin oluşmasında da rol oynar. Böylece çevremizdeki insanları değerlendirirken isminin önüne sıfatlar eklemeye başlarız: Kuşkucu, sevimsiz, şişkin egolu, bencil kıskanç, yalancı vb… Kimileri de takıntılıdır mesela. Bazı günlerin, sayıların uğuruna ya da uğursuzluğuna takar kafayı. Hayatı yıldızlara, burçlara göre güncelleyerek yaşamaya çabalar, ilk çağlardan başlayarak atalarımızdan günümüze aktarılmış alışkanlıkların 21. yüzyılda bile insanları olumlu ya da olumsuz bir biçimde etkileyebilmesine şaşmışımdır hep. Çağ dışı kalan, bilimle bağdaşmayan geleneklere sarılmakla, din temelli hurafelerle, korku iklimi yaratarak insanları sindirerek toplumları Orta Çağ karanlığına götürür diye düşünenlerdenim. Günümüzde emperyalizmin yenidünya düzeni, yaşanmış insanlık ayıplarından, insanlık suçlarından hiç ders almamış görünüyor. Şimdilerde gezegen ırkçılığın, cinsiyet ayrımcılığının, zorbalığın, doğa katliamlarının, insanın insana kıyımının yeni bir tarihini oluşturuyor. Acı ama gerçek…

Yazıya alışkanlıklarımızdan, takıntılarımızdan söz açarak girmiştik. Hemen söylemeliyim ki benim de takıntılarım var kendimi kurtaramadığım. Ülkemde ve dünyada toplu katliamların yer aldığı ay ve günleri sevmiyorum. Oysa takvimlerin ne günahı var. Mesela bir insanlık trajedisi olan Hiroşima ve Nagazaki yüzünden ağustosu, Guernica bombardımanı nedeniyle nisanı sevmem. İnsanlığın gördüğü en acı, insanın en çok aşağılandığı 2. Dünya Savaşı’nın başlangıcı olan eylül ayını da… Ülkemde Ankara toplu katliamı için ekim ayı ve Roboskî Katliamı için aralık ayı belleğime kaydettiğim kötü ve hüzünlü anılar dolayısıyla o aylara da takıntım var. Aslında insana dair suçlar çoğaldıkça takıntılarımda artıyor.

Bu yazının ilhamını Edip Cansever’in dizelerinden aldım. Onun “Kirli Ağustos” şiirini okurlarımla paylaşmak isterim.

KİRLİ AĞUSTOS

O da var olanın ağır ağır yokluğu

Şurda bir gündüz kımıldamakta

Dağılmanın beyaz organı: tuz birikintileri

Gibi bir gündüz

Kalın kabuklarını kaldırır doğa.

Düşer bir balıkçının tersi olan şey

Kirli ağustos! beni ordan oraya götüren eşya

Aklımda üç beş otel ya kalır

Ya kalmaz üç beş otel aklımda

O da değil bir otelin kendisi

Yalnızlığın kahverengi organı: düş birikintisi

Bir de kahverengi alevlerden yapılma.

Başka değil, yokluğu görmek için

Kirli ağustos! gözkapaklarımı da yaktım sonunda.