Bahar geldi gelmesine de ortalık yine de aydınlanmadı. Ülkenin üzerinde kirli bir tül var adeta. Gökyüzünün o insanın içini açan maviliği nicedir görünmüyor gözümüze. Hava kirliliğinden diyor uzmanlar. Kirli olmayan ne var diyorum ben de. Denizlerimizin, akarsularımız, göllerimiz kirli. İçinde debelenip durduğumuz siyasetimiz kirli. Çarpık kentleşmenin betona kesmiş mega kentimiz kirli. İnsanların zihinleri kirli. Hayvanların, bitkilerin, ağaçların canına kast eden insanların ruhları kirli. Günün birinde tüm bu kirliliklerden arınır mı ülkem. Arınmasına arınacak kirliliğin elleri çekilecek iyi insanların üzerinden. Zamanını kestirmek zor ama biliyorum sonunda pırıl pırıl gökyüzünün maviliğine, güneşin aydınlatan, ısıtan gücüne sahip olacak insanlık.

Bugün 6 Nisan Öldürülen Gazeteciler Günü. Kapitalist sistemin cinayetlerini, ayıplarını ortaya çıkaran, halkları bilgilendiren bir güçtür gazetecilik. Bu nedenle de totalitarizmin, silah endüstrisinin halklarını yalanlarla kandıran iktidarların hedefidir gazeteciler. Salt doğruları yazdıkları için örtülmek istenen kirlilikleri ortaya çıkardıkları için tehdit edilir, öldürülür gazeteciler.

Bizde de 1908 II. Meşrutiyet ile beraber bir basın patlaması yaşanmıştır. O döneme kadar Türkiye’de yalnızca dört beş gazete varken, görece de olsa haberin serbest dolaşımı dönemin İttihat Terakki yöneticilerini de tedirgin etmiştir. Hasan Fehmi yürekli bir gazetecidir. İttihat Terakki’nin pek çok icraatını eleştirir köşesinde. 6 Nisan 1909’da köprü üzerinde bir askerin sıktığı kurşunlara hedef olur. Türkiye Gazeteciler Cemiyeti de bu tarihi Öldürülen Gazeteciler Günü olarak anmaya başlar. Gazeteci cinayetleri daha sonraki dönemlerde de devam etmiştir. Bugüne kadar belgeleriyle sabit olan 67 gazetecinin öldürüldüğü biliniyor. Bu 67 gazeteci içinde Uğur Mumcu, Abdi İpekçi, Turan Dursun, Çetin Emeç, Hrant Dink, Metin Göktepe, Ümit Kaftancı, Ahmet Taner Kışlalı gibi topluma mal olmuş birçok isim de var. Gazeteci cinayetlerinin pek azında katiller ortaya çıkarılmıştır. Çoğu cinayetin ise sadece tetikçileri bulunmuş ama cinayetler hep faili meçhul olarak kalmış, soruşturmaları sonuçlandırılmamıştır. Bugün tozlu raflarda unutulmaya bırakılmış faili meçhul dosyalarının Meclis’e indirilmesinin tam da zamanıdır. Hiçbir kanlı cinayet gibi gazeteci cinayetlerinin de üstü örtülmemeli. Yalnızca gerçekleri yazdıkları, gerçekleri söyledikleri ve halktan gizlenenleri ortaya koydukları için gazeteci öldürmek uygar bir topluma yakışmıyor. Bu cinayetlerin üstünün örtülmesi ise bir ülke ayıbı olarak tarihin sayfalarına düşüyor.

Dini inançları olanların çok iyi bildiği on emir “Öldürmeyeceksin” diye başlar. Ama ne tuhaftır ki en çok da dini inancı olduğunu söyleyenler ölümlere, yıkımlara yol açan savaşları başlatanlardır. Din uğruna başlatılan savaşların da ne denli insanlık suçlarıyla dolu olduğuna yalnız geçmişte değil çağımızda da bir kez daha tanık oluyoruz. Savaş insanlık suçudur. Savaş her dönemde halkları yoksullaştırırken varsılları daha da zenginleştirmiştir. Kapitalizmin varlığının özünü oluşturur savaş. Anamal düzeni yok edilmedikçe insanlığın gezegende rahatça soluk alma olanağı da yoktur.

Kirlilikten başladık. Edip Cansever’in “Kirlilik Vakti” şiiriyle bitirelim. Birlikte okuyalım.

Ve tenha bir plajda bir biçim vakti

Büyüdükçe büyümekte sonbahar

Gölgesine saldırmakta bir zıpkın kuşu

Yıllar yıllar yıllar içindeyim

Bir uzun zamanın elle tutulma vakti.

Duruyor kayanın üzerinde bir sonbahar bayrağı gibi

Paletlerini geçiriyor ayağına, şnorkelini takıyor

Bakınıp çevresine dalıyor suya

Dudaklarında tuzlu bir ıslık

Gözlerinin altında

Saati işlemeyen ölü bir deniz vakti.

Geçiyorum yosunların üstünden-Kim doğurmuşsa saçlarından doğurmuş beni-

Toparlıyorum mayomu, havlumu -daha bir sürü şeyi-

Tıkıyorum çantamın içine

Yola koyuluyorum ki, işte bir otel vakti-

Nedense pulların en çok yapışkan vakti-

Ki yaşam denen şeyde -geç algıladım-

Gittikçe gittikçe bir kirlilik vakti.