Son 20-30 yıldan bu yana, herkesin birbirine ve kendine sorup kendi içinde sorgulamaya çalıştığı, gazeteler ve internet sitelerindeki fıkralara, makalelere, TV ve radyo programlarına konu olmuş, artık güncelliğini de kaybetmiş demode bir söz bu.

“Nerede o eski bayramlar?”

Yıllardır bu söz ile başlayan söylemleri, köşe yazılarını, söyleşileri çok sık işitiyoruz. Belki biz de her bayramda kendi içimizde bu sözü mırıldanıyoruz. Soru ile karışık bir serzenişi ifade eden bu söz, önceki bayramlara olan özlemi dile getiriyor.

Peki, neden böyle serzenişte bulunuyoruz? Neden böyle bir özlem duyuyoruz? Acaba hiç bunu sorguladık mı? Eski bayram gelenek ve göreneklerine, örf ve adetlerine mi özlem duyuyoruz, yoksa o eski bayramların içtenliğine, samimiyetine mi iç geçiriyoruz?

Kendi adıma asıl irdelenmesi gerekenin de bu ayrıntı olduğunu düşünüyorum.

Evet; eski bayramlardaki geleneklerimiz ve göreneklerimizin çok azı bugün yaşatılıyor. Eski bayramlardaki gelenek ve göreneklerin bir çoğu unutuldu; unutulmayıp bugüne kadar yaşatılanlar da, modern çağın anlayışına yenik düşerek değişime uğradı. “Nerede o eski bayramlar?” sözü ile bu gelenek ve görenekleri olan özlem mi dile getirilmektedir?

Sanmıyorum…

Hasreti hissedilen gelenek ve görenekler değil, samimiyettir, içtenliktir. Geçen zamanla birlikte, bütün ikili ve toplumsal ilişkilerin karşılıklı çıkar hesaplarına dayanmasından dolayı, içtenlik ve samimiyet, sevgi ve saygı deforme olmuş, yerini, yapmacık ve sahte ilişkilere bırakmıştır.

Bana göre, asıl özlemi hissedilen de budur. “Nerede o eski bayramlar?” diye serzenişte bulunanlar, içtenlik ve samimiyete olan hasletlerini dile getirmektedirler. Büyüğün küçüğe olan sevgisi, küçüğün büyüğe olan saygısı gittikçe azalmış, dostluk ve arkadaşlıklar karşılıklı çıkar ilişkileri temeline oturtulmuş, kimse kimseye karşılıksız iyilik yapmak istemez duruma gelmiştir. Yüzüne gülen arkanı döndüğünde ısırmak için fırsat ararken, dürüst mesleki rekabet yerini her türlü entrikaya bırakmıştır.

Diyeceksiniz ki; herkes mi böyle? Elbette değil. Elbette, dürüst, samimi, içten, iyiliksever insanlar da var. Ama bunların toplumun geneline hakim olduğunu, samimiyetsizlerin, ikiyüzlülerin, sahtekarların sadece istinaden ibaret olduklarını söyleyebilir misiniz? Eğer, bir sınama yapmak istiyorsanız, kendinizi, karşınızdakileri, onlarla olan dostluk ve arkadaşlık ilişkilerinizi elinizi vicdanınıza koyarak gerçekçi bir şekilde bir sorgulayın bakalım nasıl bir sonuç elde edeceksiniz.  Kaç kişiyle, hiçbir karşılıklı çıkar ilişkisine dayanmayan dostluğunuz var? Kaç kişi hakkında, “Bu hırbo, benden şu beklentileri olmasa bana bu kadar yanaşmaz” dediniz?  Veya, kaç kişiyle, beklentileriniz olduğu için sıcak ilişkiler kurma ihtiyacı hissettiniz? Kaç kişiyle, yapmacık dostluklar içindesiniz? Siyasete bakın, ticarete bakın; birbirini hiç sevmeyenlerin, birbirinden hiç hoşlanmayanların, karşılıklı siyasi veya ticari çıkarları söz konusu olduğunda nasıl bir araya geldiklerini, nasıl iyi bir dost izlenimi vermeye çalıştıklarını göreceksiniz. Arkadan birbirlerine küfredenlerin, birbirlerini suçlayanların, ertesi gün kol kola dolaşmalarını samimiyetle, içtenlikle bağdaştırabilir misiniz? Bu ne iki yüzlülük, bu ne sahte yüzlülük demez misiniz?

Tüm bunları, gerçekçi bir şekilde kendi vicdanınızda sorguladığınızda anlayacaksınız; eskiden var olan karşılıklı sevgi ve saygıya, dostluk ve arkadaşlığa , içtenlik ve samimiyete neden bu kadar özlem duyulduğunu.

Dikkat ederseniz, “Nerede o eski bayramlar?” diye serzenişte bulunanlar genelde eski neslin temsilcileri. Çünkü onlar; samimiyeti, içtenliği, gerçek dostluğu ve arkadaşlığı, gerçek sevgi ve saygıyı iliklerine kadar yaşamışlar, görmüşler. O yüzden, bugün, “Nerede o eski bayramlar?” diye serzenişte bulunuyorlar. Oysa yeni nesil ve kendisini yeni dünya düzeninin samimiyetsizliğine, iki yüzlülüğüne adapte etmiş eski nesil;  karşılığı olan dostluk ve arkadaşlığı, bireysel çıkarlara dayalı  göreceli sevgi ve saygı  anlayışını benimsemiş ve bunu da içinde bulunduğumuz çağın doğal bir sonucu olarak görmeye başlamıştır.

Hiç unutmam; Kasımlı Köyü Muhtarı rahmetli Tahir Yener, (Allah rahmet eylesin) yeni yetmelerin kendisine “muhtar” diye seslenmesine çok içerlenirdi. Bir keresinde, kendisine böyle seslenen bir yeni yetmeyi azarlamıştı. “Küçük büyüğü, büyük küçüğü tanımıyor artık” derdi. Çünkü, kendi neslinde böyle bir saygı ve sevgi anlayışına şahit olmamıştı. Bizim de çocukluğumuza denk gelen o nesil, kendinden iki yaş büyüğe bile “ağabey” diye hatip ederdi. Şimdi, böyle bir yaklaşım görebiliyor musunuz? Kendinden 10 yaş, 20 yaş büyüğüne bile ismiyle hitap eden gençler yok mu çevrenizde? Toplu taşım araçlarında; ayakta duran yaşlılara, engellilere, hamile veya çocuklu bayanlara, ayakta duramayacak derecede hasta olana hemen kalkıp yerini veren ve bunu yaşam tarzına dayalı, temel  görgü kuralı olarak benimsemiş, bunları yapmayanı içinden dışlamış bir gençlik görebiliyor musunuz?

Sonuç itibarıyla, bazılarınca, yeni dünya düzeninin kaçınılmaz bir sonucu gibi kabul edilen ve sadece insanlar arasında değil; kurumlar, toplumlar ve devletler arasında da yaşanan  tüm bu sevgisizlik, saygısızlık, samimiyetsizlik, yapmacıklık ve iki yüzlülük; toplumsal yaşamın vazgeçilmezi olarak benimsenmiştir.

Dolayısıyla artık, "Nerede o eski bayramlar?" demenin de fazla bir anlamı kalmamıştır.