Adamın biri hayatında ilk kez deve görmüş. Deveye bindirip gezdirelim seni demişler. Deveye binmiş deve oturduğu yerden doğrulunca başlamış bağırmaya: “Bindik bir alamete gidiyorum kıyamete!” Bu halk arasında dolaşan bazı durumlara yakışan bir deyiştir. Örneğin, Türkiye’nin bugünkü durumuna pek yakıştığı söylenebilir. 14 Mart Tıp Bayramı’ydı. Özverili, cefakar hekimlerin, sağlık emekçilerinin yılda bir kez kutladıkları bayram. Bu yıl da İstanbul Tabip Odası 14 Mart’ı kutlamak için bazı etkinlikler düzenledi. Resim sergileri, Çocukların Gözünde Doktorluk gibi bir dizi sanat ve insancıl öğelerle dolu kimi etkinlikler. Elbette Taksim Anıtı’na çelenk koymak da programlarında yer almış. Gelin görün ki çelenk konulmasını önlemek isteyen bir kolluk gücü karşılamış onları. Taksim’e giden hekimlere çelengi koydurmak istemeyen polisler 80’li yaşlarını süren bir profesörü de yerlere düşürmüşler. Yıllarını insan sağlığı için harcayan hekimlere karşı bu öfkenin, kinin, bu saldırının nedenini anlamak pek mümkün değil. Ama yine de İçişleri Bakanının toplumun kendilerinden olmayan kesimiyle uzlaşmaz tutumunun olaya bir yansıması olduğu açık.

Totaliter bir iktidarın düşünceyi ifade özgürlüğünden, yazıdan, çiziden, güzel sanatlardan hoşlanmadığı biliniyor bilinmesine de yine de yurdunun insanına din, dil, ırk ayırmadan hizmet eden doktorlara yönelik bu öfkeyi anlamakta zorlanıyorum.

Bu arada gelelim medyamızın durumuna. Rusya-Ukrayna Savaşı’nda yine çok kötü bir sınav veriyor basınımız. Basınımız derken yandaş-candaş diye ayırım yapmıyorum. Ama ortada bir gerçek var ki savaşı okurlarına bir derbi maçı anlatır gibi yan tutarak anlatan kalemler çoğunlukta. Haberlerin doğrulanması, kaynak gösterilmesi gibi bir durum da ortada yok. Yararlandıkları bazı kaynaklar ise Amerika’nın, Avrupa Birliği’nin ya da Almanya’nın medya kaynakları. Savaş çığırtkanlığı öylesine işlemiş ki kendileri gazeteci sıfatı taşımsalar onları rahatlıkla ajan, ya da provokatör olarak niteleyebiliriz. Barıştan söz eden yok. Nükleer tehlikenin ne denli korkunç bir felaket olduğunu anlatan da.

Bu savaş dolayısıyla bir şeyi daha anladık. Avrupa’nın bir kesimi II. Dünya Savaşı’nda tanıştıkları ırkçılığı uzun süre bastırmışlardı. Şimdilerde bu bastırılmış duygular yeniden su yüzüne çıkıyor. Suriyelileri, Libyalıları, Iraklıları sınır kapılarında bekleten Avrupa ülkeleri şimdi Ukrayna için kapılarını ardına kadar açıp onlara her türlü kolaylığı göstermekten kaçınmıyor. Demek ki köken hâlâ gezegenimizin birincil sorunu. İnsanlığın ne kadar alçalabildiğinin de bir göstergesi. Barış sözcüğünü kullananları solcu olmakla suçlayan zihniyetin ülkemde de her gün biraz daha yaygınlaşması ürkütücü. Bilinmeli ki ne pahasına olursa olsun barış savunucuları, savaş karşıtları mücadelelerinde asla geri adım atmayacak. Emperyalist ülkelerin, çok uluslu şirketlerin silah sanayini güçlendirmek ve bu amaçla bir savaş ekonomisi yaratmak isteğine bizim medyanın da alet olmaması gerekiyor. Evrensel meslek ilkeleri de gazetecinin barışı savunmakla yükümlü olduğunu vurgular. İçinde olduğumuz bu belirsizliğin ne getireceğini yaşadıkça göreceğiz. Umarız halkların açlıkla, yoksullukla, yıkımlarla sınandığı Rusya-Ukrayna savaşı da baharın güzellikleriyle birlikte barış masalarında sonlanır. Bir kez daha söyleyelim: Barışa evet savaşa hayır.

Her zaman yaptığımız gibi bu yazıyı da bir şiirle sonlayalım. Şiiri A.Kadir- Afşar Timuçin’in hazırladığı “Filistin Şiiri Antolojisinden” seçtim. Filistinli Şair Samih El Kasım’ın dizelerinden okuyalım: Haykıracağım

Bana bir karış toprak kalana kadar,
bir tek zeytin ağacı kalana kadar,
bir tek portakal ağacı,
bir tek kuyu,
bir ufak koru kalana kadar,
anılar kalana kadar,
bir küçük kitaplık,
ölmüş dedemin resmi,
bir duvar kalana kadar,
Arapça sözcükler, halk türküleri,
şiirler, el yazmaları kalana kadar,
Antar Al Absi masalları,
bu gözler, bu kitaplar, bu eller kalana kadar,
bir de bu soluk,
bendeki bu soluk...
Haykıracağım dünyanın suratına
özgür insanlar adına savaşı.
Doysun varsın utancın ekmeğiyle
alçak domuzlar,
güneşin düşmanları.
Soluğum kesilene kadar
kalacak soluğum.
Ekmek olacak,
silâh olacak,
savaşan ellerde
soluğum.