Bu hafta da korona Covid-19’u es geçerek bir yazı yazmak olanaksızdı. Öyle ya dünyanın tümünü sarıp sarmalayan, binlerce insanın ölümüne neden olan bu salgını ne denli görmek istemesek de aramızda insanlarla iç içe yaşamını sürdürüyor. Aslına bakarsanız bahar gelmiş, ağaçlar yeşermiş, çiçeklenmiş duygularımızın kıpır kıpır olduğu bir mevsime adım atmışız. Oysa salgından ne baharın güzelliğini, ne renklerini, ne kokusunu fark edebiliyoruz. Koronayla yatıp koronayla kalkıyoruz.

Bu noktada dünyadaki diğer ülkelerle ayrıldığımızı söylemeliyim. Bizde ne yazık ki siyasi didişmeler ve iktidarın baskıcı tutumu zaman zaman koronayı da bir kenara itiyor. Salgından kendimizi koruyabiliriz ama siyasetin insanları bölen, ayrıştıran, ırkçı söylemlere kurban eden tutumlarından kendimizi korumak bir hayli güç. Yalnız kendimizi mi, kadınlarımızı, gençlerimizi, çocuklarımızı da...

Araştırmacı Bekir Ağırdır bir yazısında koronadan sonra Türkiye’de adaletin daha da çığrından çıkabileceğini söylüyor. Ben de katılıyorum. Bu zulüm kolay kolay biteceğe benzemiyor. Adaletin olmadığı bir ülkede bireylerin temel hak ve özgürlüklerinin yerleşmesi de olası değil. İktidar erkinin yaptıkları ve yapacakları açısından en büyük şansları karşılarında muhalefet olmaması; bir başka deyimle halkla bütünleşmeyi başarabilmiş güçlü bir muhalefetin bulunmaması. Elbette bu da ülke adına şanssızlık ama AKP için büyük bir şans.

Yıllar önce Amerikalı Film Yönetmeni, Belgeselci Michael Moore gelişmiş ülkelerin sağlık kurumlarını inceleyen bir belgesele imza atmıştı. Moore’un “Sicko” adlı bu belgeseli bütün dünyada olduğu kadar Türkiye’de de büyük ilgi görmüştü. Michael Moore başta kendi ülkesi Amerika olmak üzere Almanya, İngiltere, Fransa gibi ülkelerin sağlık sorunlarını hem yetkililerle hem de sokaktaki insanlarla konuşarak hazırlamıştı belgeselini. Ve daha o zaman özelleştirmelerle beraber Avrupa’da ama özellikle de Amerika’da sağlık sisteminin çöküş sinyalini bu çalışma açık bir biçimde vurguluyordu. Özellikle Amerika’da sığınmacı göçmenlere, sigortası olmayan yurttaşlarına, sağlık sisteminin hiç de yardımcı olmadığı, sağlık sigortalarının çok pahalı olduğunu, özellikle yaşlı insanların adeta ölüme terkedildiğini Michael Moore’un belgeselinde görüyorduk. Belgeselin sonunda bir ironi yapmıştı Michael Moore. Amerika’dan Küba’ya ambargo yüzünden geçmenin yasak olduğu dönemde bir grup hastayı Amerika’dan kaçırıp Küba’ya götürüyor ve onlara şöyle diyordu: “Şimdi sizi getirdiğim ülkede hiç para ödemeden tedavi olacaksınız ve hepiniz sağlıklarınıza kavuşacaksınız.”

Covid-19 salgınından günümüzde en büyük hasarı yeni dünya düzeninin sahibi Amerika’nın görmesi çok da şaşılacak bir şey değil. Sosyal devleti yıkıp yerine sermaye devletini inşa ettiğinizde salgınlara da, ekonomik sorunlara da hazırlıksız yakalanmanız an meselesidir. Amerika bugün koronadan ötürü en çok insan kaybeden ülkelerin başında geliyor. Henüz açıklanan bir başka rapor Amerika için ve de insanlık için son derece ürkütücü. Huzurevlerinde kalan tam 11 bin kişi bu salgında hayatını yitirmiş.

Kazancı, kâr paylarını, insandan daha değerli hale getirirseniz bu sonuçlara da katlanmanız gerekir. Türkiye’de de iktidar erkinin aynı yolu izlediğini görmek ürkütücü. Umarız bir an önce inatçı, hırs dolu tutumlarından vazgeçer ve halklarla iç barışı sağlama yolunda bir mesafe alırlar. Aksi halde virüsten sonraki öngörü de hiç parlak değil.

Yazıyı Metin Eloğlu’nun çok sevdiğim bir şiiriyle sonlayalım: “Okur-Yazar Yetiştirme Kursları”

A B C…V Y Z! / Bugünlük bu; / Yarın kelime dizisi, / Öbürgün elyazısı; / Aç istediğin gazeteyi, / Güldür güldür oku.. / Kel Aliço’nun güreşlerini oku, / Orospuların gizli defterlerini oku, / Yusuf ile Zeliha’yı oku; gözlerine kan otursun, / Zenginin malını, / Züğürdün halini, / Demokrasinin iktisadî cephesini oku; / Orayı sökemedin galiba? / Geç pîr aşkına cinayetleri oku.. / Ha babam ha, ha babam ha; / Oku be!