Bilgisayarın başına oturdum. Haftalık yazımı hazırlayacağım gazeteye. İyi de ne yazacağım?  Öylesine hızlı değişiyor ki ülkenin gündemi, yazı yayına verildiğinde eski suratlı oluveriyor. Yazılısı sözlüsüyle medya derseniz evlere şenlik. Düne kadar Pensilvanya’ya övgü üstüne övgü düzenleyenler şimdi bir yandan “kandırıldık” diye dört dönerken, bir yandan da  “Hoca efendilerine öfke kusuyor, idamını istiyorlar.” Hele de bizim medyanın kaymak tabakası... Her dönemin olmazsa olmaz büyük gazetecileri, tuşlarından kan damlayan milliyetçileri. Bencileyin yaşını başını almış şimdiye dek iktidarlarla, darbelerle, din bezirganları ile hiç işi olmamış gazeteci milleti ise hâlâ dik durarak bu onurlu mesleği ayakta tutmaya çabalıyor. Gazeteciliğin üzerine nicedir seriliveren korku ve tehdit örtüsüne aldırmaksızın gazeteciliğin suç olmadığını anlatmaya çalışıyor. Meslek örgütleri ile dayanışarak laik cumhuriyetin, çağdaş parlamenter demokrasinin mücadelesi için uğraş veriyor. Linç kültürüne arka çıkmak, muhbirlik, yargı kararı olmaksızın insanları suçlu ilan etmek gazetecinin işi değildir. Gazeteci ne olağanüstü dönemlerin, ne iktidarın ne de militan grupların memuru, elemanı değildir. Böyle biline…

Ülke insanını paranoyaya iten kulaktan dolma haberler havada uçuşa dursun ben de bu arada takvim sayfalarını çevirmeyi sürdürüyorum. 14 Ağustos, düşünür, tiyatro kuramcısı, şair, yazar Bertolt Brecht’in ölüm yıldönümü (1898-1956). Demek ki insanlığın yüz akı ustayı yitireli 60 yıl olmuş. Tiyatro oyunları, yazıları, şiirleri ile hep ‘büyük insanlığın’ yanında oldu Brecht. Halktan biri olmakla övündü. Berlin’de mezarını ziyaret ettiğimde anıt misali görkemli mezarlar arasında son derece alçak gönüllü, başında kendisinin ve eşi Helene Wegel’in adları yazılı iki taş parçası bulunan dikdörtgen bir toprak parçası ile karşılaşmıştım. Üzeri kır çiçekleri ile bezeli bu toprak parçasından daha onur verici daha etkileyici bir gömütlük düşünemiyorum. Brecht’in kişiliğine, yapıtlarına büyük hayranlık ve saygı duyuyorum. Ölüm yıldönümünde ustanın bir şiiri ile saygımı bir kez daha perçinlemek istiyorum. A. Kadir ve Asım Bezirci’nin dilimize aktardığı bu şiir bir hayli uzun. Sabrınıza sığınıyorum:

Öğrenmeye Övgü.

“En kolayından başla öğrenmeye,
çoktan geldi zamanı,
sakın geciktik falan deme!
Alfabe yetmez ama, öğren onu,
başla bir kez ve dayan!
Ne yap yap, öğren her şeyi!
ve ne yap yap, başa geç!

Sürgünde misin, öğren!
Zindanda mısın, öğren!
Mutfakta mısın, öğren!
Altmışında mısın, öğren!
Ve ne yap yap, başa geç!

Sen, evsiz barksız, okula git!
Sen, tir tir titreyen, yut bilgiyi!
Sen, aç ve çıplak, al kitabı eline!

Bir silahtır sana o,
Sarıl ona, başa geç!

Sıkılma, arkadaş, araştır, sor!
Kulak asma her söylenene,
gözünü dört aç, kendin gör!
Bir şeyi kendin öğrenmedin mi,
onu bilmiyorsun demektir!

İyi bak şu hesaba,
sensin onu ödeyecek olan!
Her koltukta oturana mim koy,
nasıl gelmiş oraya, sor soruştur!
Ve ne yap yap, başa geç!”