Ağustos ayını sevmem. İnsanlığa karşı işlenen büyük ve trajik katliamları anımsatır da ondan. Ayların ne kabahati var diyebilirsiniz. İnsanların hızla sevgisizliğe, şiddete, din sömürüsüne itildiği yeni dünya düzeninde mevsimlerin, ayların hükmü mü var? Haklısınız elbette. Benimki bir takıntı. Genç yaşlarımda belleğime yerleşmiş. Ağustos ayında Hiroşima’yı, Nagazaki’yi, Auschwitz’deki işkence ve ölümleri içim burkularak düşünmeden edemem. Nisan ayı insanları ile birlikte yok edilen Guernica yüzünden sevimsiz gelir bana. 21. yüzyıl bir önceki yüzyılın acılarını unutturacak sanmıştık. Yanıldık. Silah sanayi durmuyor. Dünyanın dört bir yanı savaşlar içinde. Bir yanda emperyalizm, yeni gelir kaynakları bulma yolunda gezegeni kana boyarken, sözde din adına savaşan radikal gruplar cesaretlerini cehaletlerinden, geri kalmışlıklarından alıyorlar. Emperyalizmin maşası olduklarının ayırdına varmaksızın çoluk çocuk önüne geleni öldürüyorlar. Binlerce yıllık uygarlık eserlerini, kentleri yok ediyorlar. Türkiye’yi de bu kaosun içinden çekip çıkarmak ne yazık ki mümkün olmuyor. Siyasi çıkarlar, rantlar, demokrasi hazımsızlığı böylesi olumsuz bir tabloyu getiriyor önümüze. Barış değil savaş. Güneydoğu’da aynı filmi yeniden seyrediyor yurttaşlar. Yine şehit edebiyatı, yine giden gelen tabutlar… 
“Hiç öldürmeyeceksin” din kitaplarında yer alan 10 emirden de biridir. Kimilerine göre bir pasifist olarak tanımlanan Hermann Hesse hemen tüm yapıtlarında bireyin özgürlüğünü ve barışı savunan uluslararası değerde bir Alman yazar. Yazarın “Hiç Öldürmeyeceksin” başlıklı denemesinden bir alıntıyı okurlarımla paylaşmanın zamanıdır diye düşünüyorum. (Çev: Gönülden Esemenli  Söker) 
“…Ve biz geleceğe inananlar, şu eski beklentiyi hiç durmadan yücelteceğiz: Öldürmeyeceksin. Dünyadaki yasa kitaplarının tümü, bir an gelip öldürmeyi yasaklayacak olsa bile -savaşta öldürmek ve cellat tarafından öldürülmek de bunun içinde- beklenti hiçbir zaman dinmeyecektir. Çünkü o her ilerleyişin, her insanlaşmanın özünde yatar. O kadar çok öldürüyoruz ki… Evet, yalnız anlamsız savaşlarda, devrimin anlamsız sokak çatışmalarında ve anlamsız idamlarda öldürmüyoruz, adam başı öldürüyoruz. Yetenekli genç insanları, zorunluluklar nedeniyle kendilerine uygun olmayan mesleklere sokarak öldürüyoruz. Fakirlik, sefalet, namussuzluk karşısında göz yumarak öldürüyoruz. Toplum, devlet, okul ve din alanlarında ölmekte olan kurumlara kesinkes sırt çevireceğimize, rahatımız kaçmasın diye istifimizi bozmadan bunlara seyirci kalarak ve ikiyüzlülüğe rıza göstererek öldürüyoruz.” 
Hesse’nin bu saptamalarının günümüzde de geçerliliğini koruduğunu görmek umudumuzu kırmasın. Çünkü savaş isterilerine karşı barışı savunanların sesi her geçen gün biraz daha güçlü çıkmaya başladı. Milliyetçiliğin arkasına saklanan şovenizm yanlısı gruplar er geç değişen dünyayı, değişen gençliği algılamak zorunda kalacaklar. Barışı silahlı devlet gücü ile sağlamaya çabalayan geçici iktidarın geçmiş yıllardan ders çıkarmaması, onca ölümlere neden olması ise üzücü ve düşündürücü. Hermann Hesse’den bir başka alıntı ile yazımın bu bölümünü bağlamak istiyorum. Şöyle diyor usta yazar: “Ben vatanseverim ama önce insanım. Her ikisinin bir arada yürümediği yerde, daima insana hak veririm.” 
Alışıla geldiğimiz üzere yazıyı yine bir şiirle sonlayalım. Hermann Hesse’den Islık; (Çev: Yüksel Baypınar) 
ISLIK 
Gerçi onlara hiç değemediyse de elim 
Yine de severim ben piyano ve kemanı
Telaşından yaşamın şimdiye değin 
Islık çalmaya ancak bulabildim zamanı 
Usta payesini veremem ben kendime 
Sanatın ömrü uzun ama bizimki kısa 
Islık çalmasını hiç beceremeyenlere 
Acırım, zira o çok şey verdi bana 
Bu yüzden iyice koydum kafama 
Hedefim bu sanatta kademe kademe ilerlemek 
Ve umarım sonunda geleceğim en son aşama 
Kendim, sizler ve dünyayla dalga geçebilmek.
NOT: Bu yazı 04.08.2015 tarihinde yayımlanmıştır.