Akademisyen Nuriye Gülmen ve öğretmen Semih Özakça’nın yaşamları, ölüme gün sayıyor.
Açlık grevi karşısında hukuk çaresiz midir? Çare midir?
Hukuk, insanların ölümüne değil yaşamına dermandır. İnsan yaşamını, insanlık mesleği hukuk korur, korumalıdır.
Gündelik hayatımızda hukuksuzlukları herkesin hayatına egemen kıldılar.
Hukuk isteyenlerin yüzüne bütün kapıları kapatıyorlar.
Her yerde “adalet sarayı” inşa ettiler, yanına da cezaevleri…
Adında adalet olan her şeyi ama her şeyi, adaletsiz kıldılar…
Adaletin sadece adı var, adaleti yok.
Adaletten yoksun olanlardan adalet istemek ve beklemek saflıktır.
Adalet saraylarının kapılarına adaletten yoksun bekçiler koymak hoyratlıktır.
Adaletin kapısı önünde bekleyenlere geçiş izni verilecekmiş gibi umutlandırmayın!
Adalet saraylarının kapısı açık ama içeri girmek isteyenlere gardiyanlar yol vermiyor…
Kapıların gardiyanları, açık kapılardan içeri kimseyi sokmuyorlar…
Adalete açılan kapılar önüne gardiyan dikmeyin… Ne yazık, adalet kapısında gardiyan olmak isteyen çok insan var. Hukuksuzluğu içselleştirmiş olanlar, adalete açık kapıdan geçmek için izin bekleyenleri bekletmekten haz duyuyorlar sanki!
Hukuka aykırılığı benimseyenleri kapının önüne nöbetçi diktiğinize göre; kapıları açmayacaklarını biliyorsunuz…
Bir gün adalet saraylarının kapılarını açacağız, izin vereceğiz ve adalete ulaşacaksınız, ama bekleyin biraz diyorlar! Kimse kimseye böyle demesin…
Prof. Dr. Bakır Çağlar'ı 25 Temmuz 2011'de yitirmiştik…
O gitti gideli; acaba onun yetiştirdikleri hukukun umudu mudur? Acaba onlar hukukun hukuksuzluklarını ve hukuk gardiyanlarını azaltabilirler mi?
Prof. Dr. Bakır Çağlar, "Bir Anayasacının Seyir Defteri" kitabında hukuku “insanlık mesleği” olarak tarif ediyor…
Beş yıl önce yazmıştım… Sayın Bakır Çağlar "Hukuk Devletinde Gündelik Hayatın Estetiği" başlıklı bir tebliğ sunmuştu. Dinlemiştim. Soru sorarak başlamıştı konuşmasına…
“Eğer hukuk devleti varsa ve bu hukuk devletinin gündeliğini yaşayanlar varsa, kimler hukuk devletine ulaşabilir?”
Basit gözüken bu soruya yanıt vermeden önce bir öykü anlatmıştı, tekrar yazıyorum…
1994’de "Hukuksal Olgular Araştırması ve Hukuk Devleti" başlıklı sempozyumda Kafka'nın bir öyküsünü özetlemişti. Aynı başlıkla yayınlanan kitapta (Alkım. 1996) yer alan tebliğinde Sayın Çağlar’ın anlattığı kısa öykü şöyle:
" ...Çok kısa olarak önce ufak bir giriş yapacağım. Giriş şu: Kafka'nın kısa bir öyküsü bu. Bu kısa öykünün başlığı "Hukuk Önünde"...
Kafka 'Hukuk Önünde' başlıklı bu kısa öyküsünde şunu söylüyor: 'Hukuk Sarayı' olarak adlandırılan bir barınak var. Bir gün bir adam bu barınağın önüne gelir. Kapı açık... Ama girişi bir gardiyan tutmuş, içeri girilmesini engelliyor.
Şimdi bu "Hukuk Sarayı" önüne gelen kişiye gardiyan 'şimdilik içeri giremezsin’ der, 'bekle'.
Adamın bütün yalvarma ve yakınmaları sonuçsuz kalır. Yıllar geçer adam orada, kapının önünde yaşlanır. Yalnız, umutsuzca yalnız yaşlanır. Artık ölmek üzeredir. Görme duyusunu da yitirmiştir. Günün birinde kapıda ölgün bir ışık görür ya da görür gibi olur ve gardiyana sorar. Soru şu: 'Eğer herkes hukuk peşinde ise, nasıl olur da bunca yıl benim dışımda hiç kimse içeri girmeyi talep etmez?'. Gardiyanın cevabı: 'Çünkü buraya senin dışında kimse giremezdi. Bu giriş, kapı senin için yapılmıştı. Şimdi sen öleceksin ben de kapıyı kapatıp gideceğim'. Hukuk devletinde gündelik hayatın estetiğinin kısa özeti bu."
Hukuk aramak; adalete erişmek için adalet sarayı kapılarında gardiyanın geçiş izin vermesini beklemek midir?
Yaşadıklarımız, ölüme gün saymak, günlük hayatın estetiğindeki hukuk mudur?
Hukuk bu kadar acımasız olabilir mi? Adaletin gardiyanları kimlerdir?
İş ve aş isteyen iki insanın payına düşen "saraylarınızın kapısı" önünde beklemek ve beklerken ölmek midir?
Hukuk devletine ve adalete ulaşmak için adalet saraylarının kapısında “izin” beklemeyi kabullenmiş olmak bizim suçumuz olamaz mı? Eğer öyleyse bu bizim utancımızdır.
Yoksa estetikten yoksun gündelik hayatımızda asıl kendi ölümümüze gün sayan biz faniler miyiz?
Gündelik hayatın estetiğinde adaletin kapısında gardiyan bekleten bir "hukuk"; utançtır.