Hani kimi zaman bir söz gelir ve oturur konunun özünü anlatıverir bize.

Uç bir sözdür.

Serttir!

Kimi zaman başka çağrışımlara da yol açar/açabilir.

Ama söylenmelidir.

İfadesi ile ses getirmelidir.

Örneğin şu son olayı yorumlamak için de bundan daha iyi söz olmaz.

O söz, taşşaktır!

“O’nda  ne taşşak var” derler!

Sakın ola ki yanlış algı olmasın.

Bu taşşak argo değil !

Kirlenmeye inen balyoz.

Yürek!

Cesaret!

Bilek!

Ve vuruş..!

Vuruş dediğim de hepsi…

 

Gecenin yarımını çoktan geçti dakikalar.

Saatlere vurdu yine kendini akrep ile yelkovan.

Tik tak tik tak!

Bir haber düştü ajanslara “son dakika” diye.

Dediler ki:

“Reina baskınını gerçekleştiren cani yakalandı.”

Evet evet öyle.

Cani !

İki ayaklı.

Çoluk çocuğu da var ama…

Katil!

 

O an dedim “taşşak dediğin budur işte” diye.

O taşşak yakalayanlarda.

Geceleri gündüz eyleyip iz sürenlerde.

Ekipte.

Kimse bilmez isimlerini.

Kimliklerini.

Bilemez de!

Bilmemeliler de.

 

Yakalamışlar.

O alçağın alçağını.

Tık diye.

Bir gurur duydum ki, haberin ilk geldiği saatlerin dakikalarında.

“Helal olsun” dedim.

Helal !

 

Şu operasyon bile öyle bir moral verdi ki bizlere…

Güç depoladık.

Dirildik.

Mutlandık.

Ve de öyle ihtiyacımız vardı ki bu günlerde bu tür haberlere.

İşte geldi o haber.

Taşşaklıların alın teriyle…