Aynı coğrafyada soluk alıp verdiğimiz insanlar arasında bizimkiler, ötekiler ayrımı yaptığımızda kendi dünya görüşümüzü de ele vermiş oluruz. Bu bir bakıma kendi kimliğimizi de, nasıl bir yaşam biçimi seçmek istediğimizi de belirler. Öteki sözcüğü geniş anlamlar içerir. Mesela mülteciler öteki sayılır. Aynı topraklar üzerinde, yıllarca iç içe kardeşçe yaşamış, değişik kökenlerden insanlar da ırkçı gruplarca öteki sayılır. Birinci Dünya Savaşı’yla başlayan İkinci Dünya Savaşı’yla doruğa çıkan ırkçılık şimdilerde hemen bütün ülkeleri sarmış durumda. İlginç yanı, İslam inancını rehber edindiğini sürekli vurgulayan ülkemiz iktidarının da, bu konuda hiç de geri kalmadığıdır.
Kobanê bahane edilerek altı yıl önceki bir davanın bir hukuksuzluk abidesi olarak yeniden gündeme getirilmesi, çoğu Kürt kökenli 80’i aşkın yurttaşın gözaltına alınması bu açıdan da dikkate değer. Öteki sözcüğünün içeriği zengindir demiştik. Bu topraklarda yaşayan Rumları, Ermenileri, Yahudileri, sığınmacıları da içerir. Bütün bu topluluklara ayrımcılık gözlüğü ile bakarsanız insan sevgisi içinizde körleşmiş demektir. Nefretinizi kusacak bir yer bulamadığınızda ötekiler hedefiniz olacaktır. Emperyalist dünya, silah endüstrisinin gelişmesi için nasıl savaş kışkırtıcılığı yapıyorsa, aynı ölçüde de ırkçılığa dört elle sarılması doğaldır.
Bu durumda canlıları yaşatmayı kendine görev edinmiş insanlara ne kadar gereksinim olduğu ortaya çıkıyor. Bir insanlık duruşu, bir sevme yetisi, hayatın değer olduğunun bilinci, doğayı, ağaçları, kuşları, börtü böcekleriyle ve de tüm canlılarıyla koruyabilme iradesini taşımak gerekiyor. Görüldüğü gibi kötülüğün karşısında iyilerin yapabileceği çok şey var. Emperyalizmden, ırkçılıktan korunmanın, geleceğimizin aydınlık olması için sadece birlik olmak, dayanışma içinde olmak da yetmiyor, mücadele şart. Dolayısıyla klişelere aldırmadan siyasi partilerin masallarına inanmadan ayrımcılığa karşı verilecek bir mücadeleye ihtiyaç var.
2020’de baharın, yazın tadını çıkaramadık, hiç değilse güzün tadına varalım diyoruz içten içe. Ama ne mümkün. Gelecek hangi noktadan bakarsak bakalım çok aydınlık görünmüyor. Covid-19 salgınının bugünden yarına sonlanacağına ilişkin herhangi bir işaret yok ortada. Türkiye’yi saran ekonomik krizden çıkış yolu var mı, yok mu belli değil. Dünya ülkeleri Covid-19 ile mücadeleyi fırsat bilip adeta bir nüfus düzenlemesi yapıyorlar. Ölüm oranları giderek yükseliyor. Buna rağmen ölmek ve öldürmek anlamına gelen savaştan hiç vazgeçmiyor anamal düzeni. Şu aralar Ermenistan-Azerbaycan çatışmanın içinde. Libya henüz durulmadı. Suriye sanki bizim gündemimizde daha gerilerde yer alıyor. Savaşçı ruhumuzu dışarıda yeterince kullanamıyorsak da derin devletin içeride savaş sürecini başlattığı artık aralarına muhalifleri de kattığı “ötekilere” karşı yeni bir operasyon planladığı da gözlerden kaçmıyor.
İkinci Dünya Savaşı’ndan başlayarak Türkiye’de yoksulluğun, yoksunluğun dar gelirli yurttaşlar için bitmez tükenmez bir süreç olduğu hep bilinir. Günümüzde de emek kesimi giderek yoksullaşıyor. Dar gelirliler de öyle. Ülkenin geçirdiği bütün sıkıntıları yaşamış yazın ustalarımızdan biridir Behçet Necatigil. Onun şiir kitaplarından birini karıştırırken rastladım “Geçim” şiirine. Sanki bugünlerde yaşadıklarımızı anlatıyor. Okurla paylaşmak istedim.
Hepsini birden istemek
Yersiz,
Zamanı var
Biz zengin değiliz.
Duvara astım liste,
Eksikleri yaz,
Sıra hangisindeyse
para olur olmaz...
Ayda bizim elimize
Ne geçer, şu kadar.
Ayır önce kirayı;
Günde yemeğimize
Ne gider, şu kadar.
İyi kullan parayı,
Bu aylık bize yeter.
Duvardaki liste...
Kes üç kuruş ekmekten,
Beş kuruş etten kıs.
Sıra hangisindeyse
Çarşıya gider, alırız.