Avukatlar, mesleklerinin ifasından dolayı suçlanıyor ve yargılanıyor.
 
Milletvekilleri söz söyleme ve seçilme hakkını kullanıyorlar, seçiliyorlar. Sonra sözlerinden ve siyasetlerinden dolayı suçlanıyor ve yargılanıyorlar…
 
Özgürlükleri geri alınıyor, tutuklanıyorlar. Serbest kalıyorlar ve herkes çok seviniyor. İkisinin kararını da mahkemeler veriyor. Tutuklayan da tahliye edende hakimler ve mahkemeler ve mahkemelerde hakimler oturuyor…Birden “Berlin’de hakimler var sözü” yeri göğü kaplıyor ve hüzün ve acıyla sarmalanmış sevinçler içinde; olsun deniyor, yargılansın ama serbest yargılansın, tutuklanmasın. O zaman bunun için yasa yapalım teklifleri bile geliyor.
 
Kimse özgürlükleri kullanarak kurulmak istenen demokrasinin nasıl olur da bu kadar korkutucu olabileceğini sorgulamıyor.
 
Yaşadığımız gerçekler, tekrarlanan gerçeklerdir ve bu korkularımızdır hayatımızı hapseden! Bütün bu olup bitenler; sessizlikle kabul edilen ve önce herkesi kendi aklında hapsedip ve herkesi kendi zihninde yarattığı hapishanelere kapatıp, hepimizi korkutucu bir demokrasinin kabullenilmesine zorlamaktır. Böylece özgürlük, temel hakların korkutucu demokrasisine emanet olacaktır ve bekçisi de yargıdır.
 
En zoru, zihinlerde hapsedilen özgürlüktür. Özgürlük ve hapislik birbirinin zıttı ışık ve gölge çiftidir. Bir öğretiden yola çıkarsak “Gölge solduğu ve yok olduğu zaman, geride kalan ışık bir başka ışığın gölgesi olur. İşte böyle, prangalarından kurtulan özgürlüğünüz, daha büyük bir özgürlüğün prangası olur” (Cibran, Halil).  
 
Tutuklanan ÇHD’li avukatları yargılayan hakimler tutuklama kararını kaldırıyor, özgürlüklerini veriyor. Mahkeme kararıyla gün ağarırken avukatların özgürlükleri geri veriliyor, gün batarken aynı Mahkeme yeniden tutuklama kararı veriyor ve özgürlükleri yeniden geri alınıyor…Gün ağarırken ışıkta, gün batarken ışığın gölgesinde…
 
Milletvekili Enis Berberoğlu hakkında verilen mahkûmiyet kararı Yargıtay tarafından onanıyor. Aynı Yargıtay kararı ile dokunulmazlık hakkı ayrıca karara bağlanıyor ve bu nedenle tutukluluk hali kaldırılan Enis Berberoğlu’nun özgürlüğü geri veriliyor. Ne zamana kadar özgür ve nasıl bir karardır ki; ışık ve gölge çifti gibi, biri değerinin solmasını bekleyecek…
 
Yaşanan aslında gerçeklerdir, çoğu fark edilmez; tekrar, tekrar yaşanır!
 
Çok şükür “özgürlüğü dair” aşağıdaki soru ve yanıtı Halil Cibran’ın Ermiş adlı kitabından (İş Bankası Kültür yayınları) alıntılayarak ÇHD’li avukatların yargılandığı davada (38 ACM 2018/84) Bakırköy adliyesinde kurulu mahkeme salonunda 13 Eylül 2018 günü bir avukat meslektaşımız örnekledi, sordu ve anlattı mahkeme heyetine…Kazançtır, duyanlar duydu.
 
Bilinen hikayedir… El Mustafa, Orphlese kentinde oniki yıl boyunca kendisini doğduğu adaya geri götürecek gemiyi beklemiştir. Bir şafak vakti, sisler arasında gemi görünür. Yüreğinde sızı ile ayrılacaktır tutsak kaldığı bu kentten…Dönüş vakti gelmiştir.
 
Halk onu uğurlamaya gelir, limanda etrafını çevirir. Gemi beklenirken, sorular sorarlar… Aşka, evliliğe, çocuklara, yemeğe, içmeye, yoksulluğa, varsıllığa, vermeye, çalışmaya, sevinç ve kedere, evlere, giysilere, almaya, satmaya, suç ve cezaya, akıl ve tutkuya, acıya, kendini bilmeye, dostluğa, öğretmeye, konuşmaya, zamana, iyiye, kötüye, güzelliğe dair sorulardır. Aslında yaşadıkları gerçekleri sorarlar, El Mustafa bir ermiş gibi yanıtlar.
 
Bir soru da “özgürlüğe” dairdir.
 
 “Bir hatip, bize ‘Özgürlükten Söz Et’ dedi. O da yanıtladı: Kent kapısında ve ocağınızın başında, secdeye varıp kendi özgürlüğünüze tapındığınızı gördüm. Tıpkı kendilerini katleden bir tiranın önünde eğilip, ona övgüler düzen köleler gibi.
 
Evet, aranızda en özgür olanların tapınağın korusunda ve kalenin gölgesinde özgürlüklerini birer boyunduruk ve kelepçe gibi taşıdığını gördüm. Yüreğim kanadı; çünkü özgürlük peşinde koşma arzusu bile sizin için bir dizgin halini aldığında ve özgürlükten bir amaç, gerçekleşmiş bir şey olarak söz etmeyi bıraktığınızda özgür olabilirsiniz ancak.
 
Günleriniz dertsiz, geceleriniz eksiksiz ve hüzünsüz olduğu zaman değil. Tam tersine, bütün bunlar yaşamınızı kuşatmışken, çıplak ve tüm bağlardan kurtulmuş olarak hepsinin üzerine yükseldiğiniz zaman özgürsünüz gerçekten. (…)
 
Özgür olabilmek için çıkarıp atacağınız kendi özünüzün parçalarından başka nedir ki? Kaldırmak istediğiniz adaletsiz bir yasaysa, o yasayı kendi alnınıza siz yazdınız kendi ellerinizle. Onu hukuk kitaplarınızı yakarak veya üzerine denizleri boca etseniz bile yargıçlarınızın alınlarını yıkayarak silemezsiniz.
 
Ve tahtından indirmek istediğiniz bir despotsa söz konusu olan, önce onun içinizde kurulu tahtını ortadan kaldırın. Bir zorba özgür ve gururlu olanlarla nasıl hükmedebilir, eğer onların kendi özgürlüklerinde bir zorbalık, kendi gururlarında bir utanç yoksa? Ve üstünüzden atmak istediğiniz bir yükümlülükse söz konusu olan, bu yükümlülük size dayatılmadı, onu siz seçtiniz.”
 
İdrakimizin şafağında zincirlerimizi kırmalıyız.
 
“Aslında özgürlük dediğiniz şey bu zincirlerin en sağlamıdır, halkaları güneşte parıldayıp gözlerinizi kamaştırsa da” (Cibran, Halil).
 
Özgürlükler ve prangalar…
 
Prangalarından kurtulan özgürlükler daha büyük bir özgürlüğün prangası oluyorsa eğer; yüreğimizde mesken tutmuş korkularımızı ve zihinlerimizde kurduğumuz hapishaneleri defetmeliyiz.