Mersin Milletvekili Zeynep Gül Yılmaz'ın görevini yapan polis memuruna "Ekibine tükürürüm" dediği, ismini istediği polis memuruna "Şerefsiz, pislik" gibi hakaretler savurduğu iddia edilmişti. Görevini yapan bu polis memurunun bu olaydan sonra açığa alınması gündemde tartışılıyor.

Hey gidi yıllar hey!

Aynı olayı sabıka yiyerek ben yaşamıştım.

Oy verdiğim ve sürekli desteklediğim partinin bir milletvekili Ankara’dan Zonguldak’a gelirken, Bakacakkadı mevkisinde kendisini durduran polislere ağır sözlerle hakaret etmiş ve “yazın cezanızı Ankara’ya gönderin” demişti. (Şimdi ceza da yazamıyorlar)

Ben de bu olayı aynı noktada trafik kontrolünden geçmekte olan çok güvendiğim bir arkadaşın bildirmesi üzerine, kötü örnek olarak teşhir etmek için habere dönüştürmüştüm. Haberde, ayrıca seçim bölgesine gelmeyen bu milletvekiliyle ilgili “tehditçi milletvekili” ifadesini kullanmıştım.

Öyle ya, bu devletin polisine milletvekili de olsa kimse hakaret edemezdi.

Milletvekili beni mahkemeye verdi.

Avukatları da, ayrı düşünceyi savunan ve bildiğim kişilerdi.

Mahkemeye avukat tutmadan gittim. Çünkü, olay doğru, ortada devletin polisine bir hakaret söz konusuydu.

İlk duruşmada, daha önce yargılandığım davalarda mahkemeye sunduğumuz; savunmalardaki; haberde gerçeklik, haberde toplumsal ilgiye vurgu yapan ifadeleri kopyalayarak mahkeme başkanına sunmuş ve kendime olan güvenimle “ben devletin polisine hakaret eden bir milletvekilini yazdım. Haberde tanığım var” dedim.

İlginçtir, bana dava açan milletvekilinin avukatları bir daha duruşmalara katılmadılar. Ben ise hepsine katıldım.

Mahkeme, polislerin kim olduğunu emniyete yazı yazarak ve de benim tanığımı da adresinden isteyerek dosyayı tamamladı.

Evet haber gerçekti.

Polisler ve tanığım olayı doğrulamıştı.

Ve son duruşmaya geldiğimizde, mahkeme başkanı öyle bir şey söyledi ki, kıpkırmızı oldum.

“Evet olay doğru. Ancak ‘tehditçi’ ifadesi ile sanki yaşamını böyle kazanıyor iması doğmuştur. Bu nedenle 3 ay 20 gün hapis ile cezalandırılmasına….”

Şok.. şok… şokk!

Basın davalarında deneyimli bir sanık olarak nehirlerde boğulmamış ve onca davadan berat etmiş yüzde bir milyon haklı olduğum küçücük bir haberden doyalı derede boğulmuş ve de şak diye cezayı yemiştim.

Mahkeme salonunun başıma yıkıldığını sandım o anda.

Sanki şaka.

Değilmiş. Sabıkamız olmadığından cezamız paraya çevrildi ama olayı bir de bana sor. Ki sonrası da var. O milletvekili ceza davasının ardından tazminat davası da açtı ve şakır şakır paralarımı da aldı.

Sakın ola ki “inanmam” demeyin.

Devletin polisini savunayım ve ağzı bozuk siyasetçiyi afişe edeyim derken, bedelini ben ödedim.

Sabıka sabıkları doğurdu.

Sonrasında, yönetiminde bulunduğum Batı Karadeniz Gazeteciler Cemiyeti kongre yapmadığından ve Alaplı’da öldürülen bir fındık tüccarının haberinde ayrıntı verdiğimizden dolayı, iki sabıka daha geldi.

Üç sabıkaya sahip bir gazeteci olarak yaşadığım bu acı olayı asla unutmam.

En çok ağrıma giden de, oy verdiğim partiye mensup bir milletvekilinin bu davayı açması ve de mahkemenin de ‘tehditçi’ ifadesinden dolayı beni mahkum etmesidir.

Mersin’de yaşanan o talihsiz olay bana neleri düşündürttü.

Yılların içinde neler saklı neler?