Dünya Sağlık Örgütü geçen hafta yaptığı açıklamada Covid-19 için riskli beş ülke bulunduğunu vurguladı. Riskli beş ülkeden biri de Türkiye. Buna rağmen 1 Haziran’dan başlayarak ülkemde +65 hariç bütün yasaklar kalktı.
Görünürde 65 yaş üstündekileri virüsten korumak için yasağın sürdürüldüğü savunuluyor. Oysa uzun süreli evde kapalı ve hareketsiz kalan, kronik hastalıkları için hastanelere bile gidemeyen bu insanların sorunları çözümsüz duruyor bir köşede. Ekonomide darlaşan gelişmiş kapitalist ülkelerin zaman zaman başvurduğu yöntemlerden biridir bu. Yaşlılara ödenen sosyal yardımları kesmek, pasifize etmek, bir anlamda onları kendiliğinden ölüme terk ederek emekli ödeneklerinden de kurtulmak. Zaten İlim Kurulu -bilimi yakıştıramadığım için kurula bu adı veriyorum- üyelerinden biri “65 yaş üstü insanlarımız antikadır” deyiverdi. Ona kalırsa işimiz çoktan bitmiş vitrinlik olmuşuz.
1 Haziran’da onca yasaklardan sonra hiçbir kademe uygulanmadan her yerin serbest olması kentin trafiğini de içinden çıkılmaz hale getirdi. Gazeteci olarak biz sadece gördüklerimizi, deneyimlerimizi yansıtmak istiyoruz. Tıp konusunda, hele de salgınlar konusunda uzmanlığımız yok. Ama yaşanacaklardan endişeliyiz, ürküyoruz.
Cumhur İttifakının kendilerinden olmayanlara yönelik nefret söylemleri artık sokaklara da indi. Kiliselere saldırılıyor, Hrant Dink’in eşi Rakel tehdit ediliyor. Hrant Dink Vakfına da ayrıca tehditler savruluyor. Cumhur İttifakının ötekileştirdiği Ermeni, Kürt toplumu üzerinde yoğun bir baskı var. 20 yaşında bir Kürt genci Barış Çakan Başkent Ankara’da üç kişi tarafından bıçaklanarak öldürüldü. Katiller yakalansa da Barış geri gelmeyecek. Ülkenin dört bir köşesinde bir yanda salgının etkileri, ama bir yandan da birbiri ardından cinayetler var. Siyasetin nabzı yüksek, ne var ki tartışmaların seviyesi de o ölçüde düşük.
Ekolojiden emlak rantına, insanların temel hak ve özgürlüklerine dek uzayıp giden bir çizgide iktidar erkinin fırsatçılığı ve acımasızlığı sürüp gidiyor. Muhalefet ise sadece laf üretiyor. Tarihe baktığınızda dünyayı sarsan bütün büyük salgınlarda hayatını kaybedenlerin büyük bir bölümünü yoksullar ve göçmenler oluşturuyor. Covid-19’da da görünen o. Bütün dünyada salgının getirdiği ekonomik krizden de yine en büyük hasarı yoksul insanlar, emekçiler ve dar gelirliler yaşıyor. Ne yazık ki, Türkiye’de de durum bundan farklı değil. İktidar erkinin sürdürdüğü onlar, bizler ayrımcılığı sonucunda halkın katkısıyla da toplanan paraların kimlere ulaştığı şeffaf bir şekilde ortaya konulmuyor. Zor bir süreç…
Salgınla beraber Avrupa’da ve Amerika’da ırkçılık yeniden hortlamaya başladı. Elbette bizde de. Amerikan polisinin Siyahilere karşı sert tutumunu hep birlikte iktidar da dahil kınıyoruz. Oysa ülke sınırları içinde polis marifetiyle öldürülen, bekçiler tarafından dövülen gençleri görmezden geliyoruz. Polisler tarafından dövülerek öldürülen Ali İsmail Korkmaz’ı, evinin içinde polis tarafından vurulan Dilek Doğan’ı, Berkin Elvan’ı ve daha nicelerini anımsamıyoruz bile. Uzun uzun düşünmemiz lazım. Bu ülkenin kardeşçe yaşaması kimlerin çıkarını bozuyor, kimler bu ülkenin bölünmesinden medet umuyor, kimler Ermenileri, Kürtleri, Rumları, eşcinselleri öteki sayıp düşman belliyor? Üzerinde önemle durulacak tartışılacak bir konu.
Şimdi önümüz yaz televizyon ekranlarında yazı nasıl geçirecekleri soruluyor halka. Deniz mi? Havuz mu? Tuzu kuru olanlar için bu soruların yanıtı kolay. Ama emek insanları için, dar gelirliler için yaz tatilinden vazgeçtim günü kurtarmak bile zor. Umarız Covid-19’suz geçen bir mevsim olur önümüzdeki aylar. Ve yine umarım insanlığını unutan ve kendi benmerkezciliğinde yaşayan siyasetçiler, bürokratlar ve onlara şakşakçılık yapanlar zamanla insan olduklarını hatırlarlar.
Yazıyı İsmet Bozdağ’ın bir şiiriyle bitirelim “Yaman Denge”
Buz tutmuş çevremden / Sana bakıyorum / Yeni bulunmuş ülke gibisin! / Dokunsam kurtulacağım; / Ne sen bana bir adım, ne ben sana! / Bu denge böyle kurulmuş.
Sıcağım, özlemliyim / Yürümüşüm, yönelmişim. / Kapılar nice daralsa, / Bir deniz feneri ışır habire ışır. / Ama anlatsana / Bu denge nasıl kurulmuş?
Gölgemiz çalınmış bir oyunda / Şavkımız kalakalmış, / Bir gemi sallanır körfezde, bağlı / Bir deniz feneri ışır, habire ışır, / Günde bin kez ölürüz de / Ne sen bana bir adım, ne ben sana…