Zonguldaklıyız ama…
Evet “ama!”
Ne kadar biliyoruz şehrimizi?
Bu sorunun özüne indiğimizde, “çok az biliyoruz” diyoruzdur herhalde bir çoğumuz.
Öyle çünkü!
 
Hafta sonu, Zonguldak ve Kapuz’dan başlayarak, şehrimizin doğusuna yol aldık.
Kilim, Çatalağzı, Göbü, Türkali, Filyos ve ardından Zonguldak’ın yavrusu Bartın’ın Kozcağız, Kumluca ve İnkumu’nu gördük.
Ne de iyi yaptık.
Ne yalan söyleyeyim, Çatalağzı’ndan sonra; Göbü, Türkali ve Filyos’a ilk kez gittim. Bartın’ın Kozcağız ve Kumluca’sını da yeni tanıdım.
Çok okuyan mı bilir, yoksa çok gezen mi?
Elbette gezen de, görmenin o eşsiz yaşamdan coşkusu insanın damarlarına  öyle bir enerji akıtıyor ki.
Şahane!
 
Dedikleri gibi, Göbü, Türkali ve Filyos klişeleşmiş ifade ile saklı cennet.
Bakir ve temiz!
İnkumu’nu anlatmaya gerek yok. Bölgenin çok önemli turizm merkezi
Hemzemin geçit kapandığında fark ettim Çatalağzı’ndaki kömür vagonlarını gördüm lokomotiflerin çektiği.
Durdum ve video fotoğraf çekerken, içim yine acıdı.
Öyle ya, Ereğli-Kandilli demiryolunu söktüler.
Tarihi buharlı lokomotifini kesip MKE’ye hurda olarak gönderdiler.
Vah benim Ereğli’me vah!
Devam edeyim, Göbü’ye geldiğimizde sahile indik ki, yaklaşık 1 kilometre bir kumsal. Denizin dibi görülüyor.
Pırıl pırıl bir denizimiz var ve biz bilmiyoruz!
Hay bize hay!
Göbü’nün içini turladık ve Türkali’ye geldiğimizde, 2,5 kilometre bir kumsalı görünce iç geçirdik tabi ki.
Vay anasını!
Bizim Zonguldak’ımızda ne de güzel yerler varmış!
Sahilden Göbü’yü izlerken tren geldi ve durdu. İnsanlar indi ve bindi. Öylece kalakaldım. Yaşlı bir Türkalili ile konuşurken, “Yazın Zonguldak Göbü ile buraya akar. İnsanlar trene binerler ve denize girdikten sonra yine trenle dönerler.”
Ya bu treni sökenlere, sökülmesine sebep olanlara ne diyelim şimdi?
Ta !!! Oralarda insanlar raylı sistem ile ulaşımını sağlarken, biz var olanı yok ettik ya!
 
Demiryolu deyince boğulanlardanım.
Türkali sahilinden çıkarken DDY’nin istasyonuna gittik ve baktım demirin yolarına. Duvardaki tren seferlerini inceledik uzun uzun. Zonguldak-Karabük arasındaki tüm güzergahlarda duruyor tren. Saatleri de dakika olarak verilmiş. Anlaşıldı, Karabük seferinin konuklarından birinin konukları da biz olmak için sözleştik.
Sonra Filyos’a gittik.
Filyos saklı değil, açık bir cennet!
Dünya güzeli bir yer.
Liman inşaatını görünce “Bu ne ya!” dedim. Bu liman bittiğinde Ereğli limanına niye yük indirsinler ki. Denizden gel, demiryoluna yükle malını ve dünyaya gönder. Bu kadar kolay.
Ereğli’de ne var?
Havaalanı yok, demiryolu yok!
Ha, isteyen ve söz eden de yok ki!
Filyos kalesinden seyrettik şehri.
Sahi bizim Ereğli kalesi niye kapalı? Neden turizme açık değil?
Sorguladıkça insanın cinleri tepesine öyle bir çıkıyor ki, karıncalayıp durdukça “Bana kaderimin bir oyunu mu bu?” diye dalga geçiyorum.
Yok ki başka çaresi!
 
Filyos’un ardından Çaycuma Bartın kavşağına geldiğimizde, Bartın’ı tercih edip yol üzerinde de Kozcağız tabelasını görünce, adını çok duyduğumuz bu bölgeye döndürdük direksiyonu.
Kozcağız ve Kumluca’ya da bir selam verip, iki kelam etmenin ardından güneşi İnkumu’nda batırmak istedik. Gittik de… Tam da güneş batmaya hazırlanıyordu ki, o güzelim sahil nasıl kucaklıyor konuklarını.
Mis gibi iyot!
Tertemiz bir ortam.
Kumsalda koşturan çocuklar.
Ve karşımızda güneş bize “eyvallah” diyor!
“Güle güle güneşimiz” diye uğurlarken, böylesine güzellikleri görmeden Ege’ye, Marmara’ya gidenlerin neler kaçırdığını sorguladık.
Hem de çok yönlü?