Var olduğumuz gezegeni anlayabilmek için çokça okuma ve çokça düşünme evrelerinden geçmek gerekiyor. İlk Çağdan günümüze dek bakıldığında canlılar arasında insanın kavgacılıkta, kıskançlıkta ilk sırayı hiçbir canlıya kaptırmadığını fark ediyoruz. İnsan nesli sürekli çatışmalardan beslenen, değil öteki canlılara, kendi nesline bile tahammülsüz bir duruş sergilemiş. İlkel kavimlerden başlayıp topluluklar haline geldikten sonra bile acımasız savaşlarla birbirini yok etme dürtüsü hep devam etmiş. Bugün bir insanlık tarihini yazmaya kalksanız en çok birbirini öldüren insanların da tarihini yazmış olursunuz.

Elbette insanların içinde gezegeni daha yaşanır hale getirmek için uğraş veren, barışçıl, bilgi dağarları dopdolu insanlar da yetişmiş. Aydınlanma döneminin miraslarıdır onlar. Ama şimdilerde teknolojinin tavan yaptığı bir çağı yaşarken, aynı zamanda gezegeni nükleer silahlanmayla yok olmanın eşiğine getiren korku dolu bir serüvenin en heyecanlı yerindeyiz. Milletleri barışçıl bir şekilde bir arada tutmak için kurulmuş Birleşmiş Milletler, Avrupa kültürünü yaşatmak, insan hak ve özgürlüklerini korumak, ülkeler arası iş birliği için kurulmuş Avrupa Birliği ve Batı blokunun silahlı gücü NATO yeni savaşları teşvik eden bir tehdit unsuru olarak ortaya çıkıyorlar. Ne garip! Öte yandan ABD ile dünya nimetlerini paylaşmakta sürekli anlaşmazlıklar yaşayan Rusya da insanlığa yeni felaketler getirecek savaş tehditlerini her gün biraz daha artırıyor. Kısaca hayvanlardan, ağaçlardan, bitkilerden, doğanın insana bahşettiği güzelliklerden hiçbir haz alamadan geçip gidiyor insan ömrü.

21. yüzyılda tek adamlı totaliter rejimler çoğaldı. Anamal düzeninin başını çeken Amerika Birleşik Devletleri’nde Demokratlar iktidarda. Oysa Demokratların Başkanı Biden Trump’ı aratır bir saldırganlık içinde. Hemen her Amerikan başkanının savaş çıkarmak konusundaki hırsını anlayabilmek mümkün değil. Rusya’da Putin dünyaya yön vermekte kendisinden başka hiç kimsenin ehil olmadığını düşünenlerden. Aralarında Ukrayna’nın da olduğu, Macaristan’ı, Polonya’yı, Azerbaycan’ı Belarus’u saymıyorum bile tek adam yönetimi altındaki ülkeler arasında.

Totaliterlik arttıkça dünya insanının yaşam standartları da giderek sıfırlanıyor. Yoksulluk ve açlık, hatta susuzluk gezegenimizin çığ gibi büyüyen sorunları… Artık huzurun rengi yeşil de dünya kentlerinden bir bir çekiliyor. Beton yığınlarından oluşun çarpık kentleşme hemen hemen bütün ülkelerin olmazsa olmazı. Türkiye de bu aymazlığın içinde. Ağaçları kesiyorlar termik santral kuracağım diye. Dere yataklarını yok ediyorlar. Dünyanın en eski bitkisi zeytin ağaçlarını maden aramaları için yerli yabancı şirketlere peşkeş çekiyorlar. Denizlerimiz denetimsiz fabrikalardan sızan atıklarla hızla kirleniyor. Her gün 200-250 kişinin ölümüyle ailelerin ocaklarını söndüren Covid salgını için artık yurttaşlar ne yapacağını bilemez halde ortalarda dolaşıyor. Sağlık Bakanlığından yapılan açıklamalara gülmeli mi, ağlamalı mı bilemiyorum. Savaş tamtamları arasında Covid de kim vurduya gitti.

Bu yazı pek içi açıcı olmadı biliyorum. Ama ortada iyi bir durum vardı da ben mi yaz(a)mıyorum. Bertolt Brecht gezegenimizin yüz akı insanlarından biri. Sanatçı, tiyatro yazarı, şair ve bir barış savunucusu. Gelin onun bir şiiriyle sonlayalım bu yazıyı. Brecht’in GELEN SAVAŞ adlı şiirini dilimize Asım Bezirci çevirmiş.

Bu gelen savaş ilk değil.
Çok savaş oldu bundan önce.
Bittiği gün en son savaş
bir yanda yenilenler vardı gene,
bir yanda yenenler vardı.
Yenilenlerin yanında
kırılıyordu halk açlıktan.
Yenenlerin yanında
halk açlıktan kırılıyordu.