İnsanlar demokrasiyi ve hukukun üstünlüğünü yaşamak ve hissetmek istiyorlar…

Ne olmuş ne bitmişi öğrenmek için sıra numaralı videolar izliyor…Sırlar ortalıklarda.

Neler oluyor?

Erbil Tuşalp; “bu günü anlamak için” Susurluk İş Kazası’na bakın” diyor…

“Her gün bir başka nedenle “devlet sırrının devlet kinine” dönüştürüldüğü gerçeği ortaya çıkıyor. Anlatılanlar yeraltının ayırdında olmayanların düşlerini zorluyor, siyasal gerçeklerin sınırını aşıyor. (…) Sahne ve ışık düzeninde kostümde “tımarhane görüntüsü” esas alınıyor. Dinci-ırkçı kırması bir ittifak anlayışıyla kutsal haklara büründürülen yasama/yürütme/yargı tarihinin belki de en büyük iç çatışmasını yaşıyor. Bir görüşe göre “devletin kalın bağırsakları” olan “haberalma örgütlerinden” ortaya yayılan “pis koku” 1980 Eylül’ünden bu yana “kendini yönetemeyen kendine özgü demokrasisinin” büyük zaafını ortaya çıkarıyor. (…)

Bu günü anlamak için yakın tarihin en başına “örtülü ödenek günlerine, yolsuzluk serüvenlerine ve de elbette Susurluk İş Kazasına” dönmek gerekiyor. Aslında bunlar hep böyle yapıyor, pazarlıkta anlaşamayınca, istedikleri kadar çalamayınca, istedikleri kadar öldüremeyince eldeki dosyalara başvurup, gözdağlarıyla/şantajla işin içinden sıyrılmaya kalkıyor. Foyaları ortaya çıkmaya başladığında “sırları açıklarım” kalkanının arkasına sığınıp “kirlerinden” arınıyor”[i]

Kimi devlet büyüklerine göre faso fiso bir polisiye olay denen Susurluk İş Kazası ve geçmişi…

3 Kasım 1996 günü Balıkesir’in Susurluk ilçesi yakınlarında saat 19:30 'da meydana gelen trafik kazasında İstanbul Emniyet Müdür Yardımcısı Hüseyin Kocadağ, Mehmet Özbay sahte kimlikli Abdullah Çatlı ve Melahat Özbay sahte kimlikli Gonca Us öldü.

DYP Şanlıurfa Milletvekili Sedat Edip Bucak yaralandı. 06 AC 600 plakalı Mercedes içinde 2 MP-5 otomatik tabanca, Sedat Bucak adına kayıtlı Sig Sauer ve Kocadağ'a ait Baretta marka ruhsatlı silahlar, Irak yapımı Tarık marka ve 22 milimetrelik Baretta marka iki tabanca, Özel Tim tarafından kullanılan bol sayıda mermi ve iki adet susturucu çıktı.

“Susurluk” kazası nedeniyle İçişleri Bakanı ve DYP Elâzığ Milletvekili Mehmet Ağar kendisine yöneltilen suçlamalara karşılık "Ödülüm bu mu olacaktı" dedi ve 8 Kasım 1996’da istifa etti.

12 Kasım’da siyasi partilerin, Devlet-Mafya-Polis ilişkilerinin ve Susurluk kazasından sonra ortaya atılan iddiaların araştırılması için "Meclis Araştırma Komisyonu” TBMM Genel Kurulunda oy birliği ile kabul edildi. 26 Kasım 1996’da çalışmalarına başladı.

Çetenin geçmişi 1993 yılı ile sınırlandırıldı. Bu durumu eleştirenlerden Tuşalp; “Genel Başkanı olduğu ANAP’ı korumak içgüdüsüyle çetenin geçmişini 1993 yılından başlatan Mesut Yılmaz 13 Kasım 1996’da yaptığı açıklamayı unuttu. Yılmaz ‘Devlet 8 yıl önce (1988’de yani) Mit’e alternatif emniyet içinde bir oluşum yarattı. Ama bunlar son bir yıl içinde siyasilere hizmet etmeye başladılar. Bunlar büyük bir örgüt. Bugünden sonra devlet, can güvenliğimizi sağlar

10 Ocak 1997: Başbakanlık Teftiş Kurulu Başkanı hazırlanan raporu Başbakana sundu. Aralarında Ağar ve Bucak’ın da bulunduğu 35 kişi için suç duyurusunda bulunulmasını istedi.

23 Ocak 1997: Gazetelerde Özel Timci-Bucak-Çatlı ilişkilerini belgeleyen fotoğraflar yayınladı.

1 Şubat 1997: Tüm yurt genelinde SÜREKLİ AYDINLIK İÇİN BİR DAKİKA KARANLIK Eylemleri başlatıldı.

16 Mayıs 1997: TBMM Susurluk Araştırma Komisyonu hazırladığı raporu tamamladı.

13 Ağustos 1997: Başbakan Mesut Yılmaz, Başbakanlık Teftiş Kurulu Başkanı Kutlu Savaş’ı Susurluk konusunda bir raporu hazırlamakla görevlendirdi.

22 Ocak 1998: Başbakan Mesut Yılmaz Kutlu Savaş’ın hazırladığı raporu katıldığı bir televizyon programında kamuoyuna açıkladı.

Davalar açıldı, yargılamalar başladı…

İstanbul 6 Nolu Devlet Güvenlik Mahkemesi, 1997/180 esas, 2001/36 Karar ve 12.2.2001 günlü hükümle “Susurluk” kazasında ortaya çıkan çete hakkında mahkûmiyet kararı verdi.[ii]

Mahkeme; “Susurluk” kazasının ortaya çıkardığı devlet içinde yuvalanmış “çetenin” varlığını mahkumiyet kararın gerekçesine göre şöyle açıklıyordu: “Cürüm işlemek için oluşturulan silahlı teşekkülün yukarıdan aşağıya emir komuta doğrultusunda; Anayasa ve Yasaların vermediği yetki ve görevleri kullanarak ya da verilen yasal yetki ve görevler aşılıp dışına çıkılarak veya kendi menfaatlerine göre hareket edilerek halk arasında korku, endişe, panik yaratacak ammenin selameti aleyhine adam öldürme, adam kaldırma, yağma, ruhsatsız silah taşıma, suikast silahlarını taşıma, sahte kimlik belgesi kullanma, kullandırma, firari cinayet sanıklarının ve kumarhane işletmecilerini kullanma, saklama ve çetesel faaliyetlerine iştirak ettirme şeklinde gayri muayyen suçların işlenmesi amacının güdüldüğü, bu yönde suçların işlendiği anlaşılmıştır.”

Bu karar Yargıtay 8.Ceza Dairesinin 2001/16176-125 sayılı ve 15.1.2001 günlü ilamı ile onanmıştır.

Ceza Dairesi onama gerekçesinde: “Susurluk kazasından sonra Mehmet Özbay sahte kimlikli şahsın, yurt dışında uyuşturucudan mahkum olmuş ve yurt içinde de katliam sanığı olarak aranan Abdullah Çatlı olduğunun anlaşılması, aracı kullananın Emniyet görevlisi, araç sahibinin de Milletvekili olması karşısında, söz konusu kazanın, ilk değerlendirmede dahi olayın derinliğine, devlet içini de kapsayacak şekilde çok yönlü araştırılması gerekli kılmakla, bu bağlamda yapılan soruşturmalarda, ulaşılan bilgi ve belgelerin olayın arkasındaki ilişkilerin çözülmesinin güç, karmaşık ve duyarlı makamları ve görevlileri de kapsayacak ölçüde olduğunu ortaya çıkardığı, haklarında mahkumiyet hükmü kurulan sanıklar dışındaki kimi görevliler ile bunlara yardım edenlerin yargı önüne çıkarılmaları görevi devletin yetkili organlarında olmakla birlikte emniyet teşkilatında görevli olup haklarında kamu davası açılan sanıkların terörle mücadele adı altında yola çıkıp bir süre sonra yasaların kendilerine verdiği yetkileri tam bir sorumsuzluk içinde ve kendi çıkarlarını gözeterek her türlü yasadışılığı meşru sayıp amaçlarına ulaşmak için her yöntemi uygun yöntem olarak benimseyerek yanlarına kamu görevlisi olmayan kumarhane işleticisi, uyuşturucu kaçakçısı ile katliam sanığı ve hükümlüsü de alarak tam bir dayanışma ve işbirliği içinde hareket edip çeteleşme sürecine girmeleriyle eylemlerinin suç tarihi itibariyle TCK.nun 313.maddesindeki suçu oluşturmasının ötesinde Anayasanın 6. maddesindeki “ Hiçbir kimse veya organ kaynağını Anayasadan almayan bir devlet yetkisini kullanamaz” hükmüne karşın bir örgütlenme ve yetki kullanımı yoluna gittiklerinin görüldüğü, bunun ise hukuk devleti kuralları içinde savunulur yerinin olamayacağı, terörle mücadele adı altında da olsa açıklandığı gibi hukuk dışı bir örgütlenme ile devletin meşru güçleri gibi güç kullanarak yürürlükteki yasalar yerine kendi güç ve kuralları ile sözde yasalar oluşturmanın, devleti, hukuk devleti olmaktan çıkaracağı, bu koşullarda da güçlünün sözünün geçtiği, nerede başlayıp nerede sona ereceği belli olmayan her türlü yasadışılığın egemen olduğu bir sistem oluşacağı, sonuçta yurttaş-devlet ilişkisinde hukuk kuralları yerine korku ve kaygının geçerli olacağı, bunun da bir anayasa ve Yasa ihlalinin ötesinde tam bir hukuk ihlali niteliği taşıyacağı göz önüne alındığında mahkemenin sanıkların eylemlerini TCK.nun 313. maddesine uyar nitelikte görüp karar yerinde gösterdiği gerektirici nedenlerle de bu nedenle bir isabetsizlik bulunmamış ve....” tüm sanıklar hakkındaki mahkumiyet hükmünün ONANMASINA karar verilmiştir.

Geçmiş yıllar….

O yıllarda DSP Bursa Milletvekili Ali Arabacı ile İstanbul Milletvekili İsmail Aydınlı TBMM Başkanlığına verdikleri dilekçede “Üçgenin siyasi kanadında yer alan Elâzığ Milletvekili Mehmet AĞAR ile Şanlıurfa Milletvekili Sedat Edip BUCAK ise ‘yasama dokunulmazlıkları’ nedeniyle haklarındaki iddianamelere ve davalara karşın yargılanamamışlardır.” görüşüyle iki milletvekilinin dokunulmazlığının kaldırılmasını istediler.

Gerekçelerine göre; ''Görüldüğü gibi, yargının verdiği mesaj açıktır. Yargı kendisine düşen görevi yerine getirmiştir. Şimdi görev TBMM’dedir. TBMM de üzerine düşeni yapmalı, iki yıldır gündeminde görüşmeyi bekleyen “dokunulmazlık” dosyalarını derhal ele alıp, yargılamanın önünü açmalıdır. Parlamento şaibe altında tutulamaz. Esasen, suç işlediği iddiasının varlığına karşın siyasi, sosyal ve idari yasal koruma kalkanı; hukukun üstünlüğü ilkesine, demokrasi kurallarına ve adil yargılanma hakkına da aykırıdır. Dokunulmazlığı kaldırılması gereken bir milletvekili için yargı teminatı yeterli sayılmalıdır. Yargılanma ve hüküm verilme, toplumun siyasal ve sosyal istikrarının sağlanması ve TBMM’ye olan güvenin artması demektir.” Milletvekilleri yargılanamayanların yargılanması için dokunulmazlıklarının kaldırmasını Meclisten istemişlerdi. Ama iki kişi kaldılar…Kimse bu dilekçeyi imzalamadı.

Geçmiş yıllar ve bir başka ülke örneği İspanya’da yargı çalışırken; Türkiye’de Cumhuriyetin kuruluşunun 75 inci yılına rastlatılan af tartışmaları sürüyordu. İspanya Yüksek Mahkemesi ayrılıkçı terör örgütü ETA’ya karşı mücadelede hukuk dışına çıkan eski İçişleri Bakanı Jeo Luis Barrionuvo ile yardımcısı eski Devlet Güvenlik Sekreteri Rafael Vera’yı 10’ar yıl hapis cezasına çarptırdı, on güvenlik görevlisi de mahkûm oldu. Bir iş adamını yanlışlıkla kaçıran “Antiterörist Özgürlük Grubu” (GAL) mensubu iki polis memuru giderlerin İçişleri Bakanlığı tarafından karşılandığını itiraf ettiler. Soruşturmayı temiz eller savcısı Baltaz Garson yürüttü ve polis memurları 108 yıl hapse mahkûm oldu.

  1. devletinde(!) olup bitenleri öğrenmeye ve anlamaya çalışmak tam bir yorgunluk. Eziyet, sinir bozucu ve hukuksuzlukların, yasadışılığın anlatımları...

Meğerse; neler olmuş, neler bitmiş, neler bitmemiş, hangi hesaplar kimleri şaşırtıyor ki; mafya ve çetelerle çevrili bir yaşamımız varmış ve onlarla iç içe yaşamaya devam ediyoruz.

Herkesin mafyası kendine; kurmuşlar ve tıkır tıkır çalıştırıyorlar.

Kurulu düzenin medyasında, siyasette, kaçakçılıkta, eroin işinde, imarda, rüşvette varlar…Yolsuzlukların türlü türlüsünü yönetenler zamanla aralarında herhalde paylaşım savaşları çıkınca veya başları sıkışınca “ben yapmadım onlar yaptı” diyorlar!

Suçlanınca; suçtan kurtulma çabasıyla suçluyorlar.

Sırlar açıklanıyor, kirleriyle ortalığı kirletiyorlar.

Yolsuzlukla mücadele edebilmek için yoksulluktan kurtulma özgürlüğümüzü kullandırmayanlarla birlikte karşımıza çıkıyorlar. Acaba suç örgütleriyle zaafa uğratılmış bir devletin korudukları kimlerdir?

Kendi aralarındaki kavgalarda, kendi suçlarını toplum önünde aklamak istediklerinden başkalarını suçlamak için kirli çamaşırlarını ortalara döküyorlar. Suçlarını suçla temizlemek isteyenlerin marifetleri bitmemiş. Sırlar ortalığa saçılmış…Hepsi ellerini yıkamak için yayındalar. Erişim serbest. Suç serbest…Çıkar amaçlı suç örgütlerinin derebeyleri kurulan ortaklıklarla ortalığı siyaseten daha çok kirlettiler. Meğer ne kadar masumlarmış, kim inanır! Meğer ne kadar çok suçlu ve meğer kazançları ne kadar çokmuş!

Kimin kimden daha haklı olduğunu anlamak için hukuk devletinde takip edilmesi gerekenlere bir bakın…Sözlerini, anlayışlarını, yaptıklarını ve birbirlerine küfürlerini dinleyin.

Bunlarla birlikte yaşıyormuşuz; biliyorduk!

Edepsizler….

 
  1. Erbil Tuşalp. Vatan Millet Sakarya/ Çete Parti Mafya Günizi Yayıncılık Haziran 2002.Sayfa 127 Dipnot.1.
  1. “Soruşturmayı İstanbul DGM savcıları Aykut Cengiz Engin, Ahmet Gürses, İrfan Özleyen yürüttü. İddianamenin altında onların imzaları var. İstanbul 6 Nolu DGM’de başlayan yargılamada Başkan Sedat Karagül’dü. Karar aşamasında başka göreve atandı. Kararda Başkan Metin Çetinbaş, üyeler Raşit Engin Şeren, Ali Targan’ın imzaları var.” Erbil Tuşalp. Age. Sayfa 12.Dipnot.1.