Milletçe pek meraklıyız tarih yazmaya. Siyasetten ekonomiye, spordan magazine tarih yazmadığımız alan yok. Durduk yerde bu böbürlenmeler neden? En küçük başarıları bile dev aynalara yansıtan bu merakın altında ne var? Psikiyatrlara bakarsanız bu tür hastalıklara koydukları tanı aşağılık kompleksi. Biz yine de bu tanıyı üstümüze almasak da, özellikle kimilerinin yakalandığı bu hastalıktan nasıl kurtulabileceğinin çarelerini düşünmeliyiz.

Şimdilerde AKP iktidarı da kendi tarihini yazıyor. Mustafa Kemal ve arkadaşlarının kurduğu cumhuriyeti bir kenara koymuş yeni bir tarih yazıyor. Aslında tarih yazmaktan söz açılınca aklıma hep Uruguaylı Yazar ve Tarihçi Eduardo Galeano gelir ve de onun Bülent Kale tarafından dilimize çevrilmiş “Tepetaklak-Tersine Dünya Okulu” kitabı… Okuyanlarınız bilir Galeano bu kitabında emperyalist sistemin halklara yutturmak istediği, hatta dayattığı tarihle yüzleştirir okurlarını. Hak ihlallerinin, adaletsizliğin, sömürünün, din bağnazlığının iktidar güçleri tarafından pek çok ülkede nasıl kullanıldığına çeker dikkatimizi. Gerçekten var olan insanlık tarihini tersinden okuduğunuz zaman yoksulluğun, açlığın, ölümlerin, hastalıkların da nedenlerini kavrayabiliyorsunuz özetle yeniden tarih yazmak lafta kolay ama hayat her zaman kendi tarihini yazıyor. Artılarıyla, eksileriyle. Çünkü gerçek tarih insanın kendisiyle birlikte var ettiği tarihtir. Odağında insanın olmadığı hiçbir tarih inandırıcı değildir.

Siyasi bir iktidarın kendi tarihini yazmaya soyunması ilk değildir. Daha önce de totaliter ülkelerde benzerlerine rastlanmıştır. Örneğin Salazar, Portekiz’i 40 yıl yönetmiş ama sonuçta tarihe sadece üç F’si kalmıştır. Yani futbol, fado, fiesta. Mussolini de İtalya’da kendi tarihini yazmak istemiştir. Ama bugüne kalan sadece İtalya’nın ünlü Cinecitta film stüdyolarıdır. İspanyol Diktatörü Franko, Alman Diktatörü Hitler ise artlarında tarihe yalnızca halkların unutamayacağı büyük bir acı ve zulüm bırakmışlardır. Dolayısıyla demek isterim ki yeniden tarih yazmak gerçekleşmesi zor bir hayalden başka bir şey değildir. Böyle bir tarihle, yalanlarla, saptırmalarla belki az gelişmiş halkları kandırabilirsiniz ama bütün dünya halklarını asla kandıramazsınız.

Ülkemizde yaşanan ekonomik zorluklar, uzun süren salgın hastalıklar, emekçilerin işsizlik ve geçinebilme zorluğu karşısında toplumumuzun bir travma yaşadığı kesin. Bu travmayı hafifleten, sağaltan ögelerden biridir edebiyat. Özelde de her yaraya ilaç olan şiir.

21 Mart ‘Dünya Şiir Günü’ydü. Ben de yazımı bir Şiir İşçisi Metin Eloğlu’nun dizeleriyle bitiriyorum: KIRKLAMA

Bu çağa sövsen de uslanmaz
Döve döve gebertsen de
‘Kırkından sonra kim yaşar ki’
Diyor Fiyodor Mihayloviç
Deli mi ne
Hani şu hep kıranta Dostoyevski