Hafta sonundaki o güzelim günlük güneşlik  hava herkesi sokaklara döktü. Bizi de. Çıktık dolaştık ve oksijen sarhoşu olup döndüğümüzde, uykuya teslim olduk.

Biz öyleydik ya siz?

Bugün o hafta sonundan üç ayrı olay anlatacağım sizlere.

ÜRETİCİYİ VE VATANDAŞI KORUMA

Yakın bir dostumun ziyaretinde konu köylü pazarına geldi.

Dedi ki: Akçakoca pazarını gezdin mi hiç? Geçmedin ise mutlaka gez! Orada köylü pazarında, köylüler toptancılardan mal alıp tezgahında satmaz, satamaz! Köylü ise kendi ürettiğini satacak. Üretmediğini satmak, hem doğru değil hem de o ‘köylü pazarı’ kültürüne yakışmıyor.

Dedim ki: Bilmiyorum. Gerçekten de bizim pazarlarda köylülerimiz  üretmedikleri ve dışarıdan gelen yiyecekleri satıyorlar. Bunu da hep tuhaf bulmuştum.

Dedi ki:  Evet yapmamaları gerekir. Köylü pazarı demek, yerel  üreticilerin ürünlerini haksız rekabetten de koruyarak satabildikleri ortam demek. Bu nedenle bizim belediyemizin de gerekirse çevre pazarları da inceleyerek, üreticilerin önünü açması ve vatandaşı da ‘köyü pazarı’ diye gittiği pazarda, gerçek köylü ürünlerini satın alabilmesini sağlamaktır.

Bu işlerle uğraşanlara ve sorumluluğu bulunanlara duyurulur.

Nokta!

*

BARO’DAN JEST!

Gerçek bir olaydan söz edeyim.

Zonguldak Barosu’na bağlı bir avukat 10 yıldır üyelik aidatını ödemediği için doğal olarak baro harekete geçerek “Aidatını öde” demiş.

Demiş demesine ama, aidatını ödemeyen avukattan itiraz gelmiş hemen.

Demiş ki “Ben üye aidatımı ödemedim tamam. Biliyor musunuz neden ödemedim. Çünkü ödeyemiyorum. Ben onca yıl evden çıkamıyorum ki. Hasta çocuğum var. Ve tüm yaşamımı O’na adadım. Hatta benim nasıl yaşamımı sürdürdüğümü biliyor musunuz?”

Baro araştırmış ve aidatını ödeyemeyen avukatın gerekçelerinin doğru olduğunu görmüş.

Şimdi:

Türkiye Barolar Birliği, o avukata maaş bağlayacakmış.

Bu da güzel bir haber.

Gülümseyen nokta!

*

EN GEÇERLİ MESLEK: USTALIK

Cenazelerde uzun zamandır görmediğimiz arkadaşlarımıza da merhaba deme şansını buluyoruz. İlkokul öğretmenim Günay Erdem’in ablası vefat ettiğinde Hatip Camisi’ndeydik Pazar günü. Orada ayak üstü sohbet sırasında çocukların geleceğini yönlendirmede, hangi meslekleri tercih ettikleri veya etmeleri gerektiği konusundaki bilgi paylaşımında mühendis bir arkadaş şunu söyledi.

Dedi ki: Bırakın üniversiteyi. Üniversite mezunlarının durumu ortada. İş bulamıyorlar iş. Diploma para etmiyor ki. Bir de üniversiteyi bitirseler de,  yetenekleri sınırlı. Bugün en geçerli meslek, ustalıktır ustalık. Bugün iyi bir usta piyasayı sallar. Adam gibi işini yapacak. Peşinden söz söyletmeyecek ve yaptığı işe garanti de verecek. Paraya para demez!

Düşündüm eski yılları.

Eskilerde, aileler çocuklarının meslek sahibi olması için “altın bileziği olsun” derdi. Ve bu görüşle çocukları çırak verirdi çeşitli mesleklere. Para istemez, yemeğini sefertasına kor ve öyle gönderirdi işyerine. Ki, bir gün  ustalaşırsa ‘ekmeğini kazanan çocuk sahibi’ olarak gurur duyardı.

Ya şimdi?

Evet, ülkemizde ara eleman yetiştiriciliği konusundaki ihmaller daha net çıkıyor şimdi ortaya.