Toplumlarda bireyi sınıfından soyutlayarak yalnızlaştırmak yeni dünya düzeninin gezegene sunduğu en kötücül marifetlerinden biri diye düşünürüm. Küreselleşmenin; insan, özgürlük, hak, demokrasi gibi kavramları, içini boşaltarak siyasete malzeme yapması, aralarında Türkiye’nin de bulunduğu gelişmekte gecikmiş, halkları edilgin kılan, uyutan baskıcı sistemin de yerleşmesine olanak sağlar. Böylece uluslararası sermayenin kullanımına açılan toplumlarda varsıl yoksul arasındaki uçurum alabildiğine derinleşir.

Emek insanları, işçiler ve dar gelirliler için ana kentlerden varoşlara göç zorunluluğu başlar. Kentler giderek rantiyelerin alanı haline gelir. Çarpık yapılaşmada varsılların oturabildiği güvenlikli siteler, gökdelenler kentin siluetini, iklimini bozuyormuş, parklar, yeşil alanlar yitip gidiyormuş kimin umurunda. Bu durum yeni sorunların da ortaya çıkması demektir. Artık toplum katmanları arasında iletişim kaybolur. Bireylerin birbirini anlayabileceği ortak zemin, ortak bir anlatı dili de kalmamıştır. İletişimsizlik sevgisizliği, ben merkezciliği, kör inancı da beraberinde getirir. Sorgulama yetisinin yitimi, ezberci kuşakları doğurur. Ve de kendi ülkenizde, kendi mahallenizde, komşularınızla hatta daha vahimi kimi zaman evinizde konuşamaz, etrafınızla anlaşamaz konuma düşersiniz. Artık yalnızsınızdır. Neden mi? Sürüye katılmadığınız için yalnızsınız. Çevrenizde yaşananları sorguladığınız için yalnızsınız. Hak ve adalet için sesinizi yükselttiğiniz için yalnızsınız.

Toplumun çoğunluğu kaderci, korkak ve suskun olduğu için yalnızsınız. Dogmadan değil bilimden yana olduğunuz için yalnızsınız. Doğayı ve tüm canlıları sevdiğiniz için yalnızsınız. Savaşı değil barışı savunduğunuz için her tür ayrımcılığa karşı çıktığınız için yalnızsınız. Evet günümüzde artık başka bir dil konuşuluyor. Bu dil barışın değil savaşın dili, eşitliğin değil yeni kastlar kurmanın dili. Ayrımcılığın dili, yeni ırkçılığın dili. Şiddetin dili… Yalnızlıktan, düzenle bağdaşık olmaktan, hoşnut yaşayanlar da var kuşkusuz. “Bana dokunmayan bin yaşasın ben çıkarıma bakarım” diyen de. Yine de onlara bir anımsatmada bulunalım. Bu gün dünyayı kan gölüne çeviren, insanlık düşmanı uğursuz sistem önünde sonunda bitecek. Kardeşliğin yeşerdiği, doğanın yenilendiği, insanın birbirine değil bilime hükmedeceği günler gelecek. Bizler göremezsek çocuklarımız, onlar göremezse torunlarımız, ama bir gün mutlaka…

Siyaset tarihine göz attığımızda yalnızlığın bireylerden çok kralların, tiranların, diktatörlerin yakasına yapıştığını okuyor ve görüyoruz. Krallar bir yana 20. yüzyılın diktatörlerini anımsayın. Portekiz’de Salazar 40 yıl boyunca halkını baskı ve zulümle yönetti. Franko İspanya halkını bölerek birbirine kırdırarak ölene dek yönetti. Ama ne Salazar, ne Franko bir gün bile halkın arasına karışamadı. Halklarından hep korktu iki despot. Günümüzde adları bile anılmıyor artık. Hitler, Mussolini, Salazar, Franco, Batista, Pinochet, Videla onlarca yıl süren saltanatlarında korkuyla sürdürdüler saraylarında yaşantılarını. En yakınındaki görevlilerinden bile kuşku duydular. Şimdi işledikleri insanlık suçları ile anılıyorlar salt. Yalnızdılar. Baskı altında tuttukları halklarından korktular, etraflarını çeviren dalkavukların ihanet edebilecekleri kuşkusu ile yaşadılar. Aslında hiç özgür olamadılar, tümü de yalnız öldüler. Şimdi dünya halkları onları yaptıkları zulüm ve insanlık suçları ile anıyor ve lanetliyor. İnsanlığa, barışa, bilime sanata hizmet eden yazarlar, şairler, bilim insanları, ressamlar mimarlar ise hiç unutulmadı. Eserleri ile yaşıyorlar. Picasso, Neruda, Paul Eluard, Nâzım Hikmet, Lorca, Brecht, Heinrich Böll, Eduardo Galeano ve diğerleri. Ne mutlu ki vardılar. Ne mutlu ki en kötü koşullarda bile direniş gücümüzü, yaşam umutlarımızı taze tutuyorlar. Turgut Uyar da Türkiye’yi aydınlatan şairlerimizden biridir. Şiirimizin doruklarında yer alır. Gelin onun dizeleri ile tamamlayalım bu yazıyı:

Denge

“Sizin alınız al inandım

Morunuz mor inandım

Tanrınız büyük amenna

Şiiriniz adamakıllı şiir

Dumanı da caba

Ama sizin adınız ne

Benim dengemi bozmayınız”