Kültür Sanat Dergisi Kıyı, Osman Zeki Oral’ı

“peyzajın realist ressamı” ifadesiyle tanıttı

 

Eyüp Bektaş’ın Haberi:  İki ayda bir yayımlanan ve merkezi Trabzon’da bulunan Kültür Sanat Dergisi ‘Kıyı’, Temmuz-Ağustos 2013 sayısında 15 sayfasını 16 ay önce yitirdiğimiz Karadeniz Ereğlili Ressam Osman Zeki Oral’a ayırdı.

Sahipliğini Fethi Yılmaz’ın yaptığı ve 52 yılı geride bırakıp da 284. Sayısına ulaşan Kıyı Dergisi’nin son sayısında Ressamımız Osman Zeki Oral;  Ahmet Öztürk, Fikret Otyam, Egemen Berköz, Meral Atsan, Yalçın Gökçebağ, Halim Yazıcıoğlu ve Kürşat Coşgun’un kaleminden anlatıldı.  Ünlü ressam için “Ne dediler?” bölümünde de; Malik Aksel, Hikmet Onat, Arif Kaptan, Eşref Üren, Şeref Bigalı, Orhan Ersoy, Mehmet Pesen ve Halil Posbıyık’ta Osman Zeki Oral ile ilgili görüşlerini dile getirdiler.

Derginin ön kapağında Ressam Oral’ın bir fotoğrafı arka kapakta da bir tablosu yer aldı. Kıyı Dergisi’nde O. Zeki Oral’a ayrılan 15 sayfada tablolarından örnek fotoğraflar da yayımlandı.

Kendisini tanıyanlar tarafından “yalnız adam” olarak görülüp değerlendirilen Osman Zeki Oral’ın son dönemlerinde sürekli yanında olan Meral Atsan da, dergide yayımlanan yazısında Osman Hoca ile ilgili bir anekdotunu şöyle paylaştı:

 

“…..2009’da resim atölyesi çalışmalarımız başladı. Bütün sorumlulukları üstlenmeyi kabul ettim. Hoca için evi çok önemliydi. Gelenlerin zarar vermesini istemiyordu. Zor şartlar içerisinde bu eve sahip olmuştu. Arkadaşım Cahide Sart ile birlikte bu işe başlamış olduk.  “Sizler artık benim asistanımsınız, teşekkür ederim” diyordu. Çalışmalarımızda Hoca’dan çok şey öğreniyorduk. Aynı zamanda bir tarih adamıydı, çok bilgiliydi. Gerçek bir Atatürkçüydü… Yine bir gün oturuyorduk “Bende bir emanetiniz olacak. Onu artık size vermek istiyorum” dedi. “Yıllarca sakladım” dedi. Oturduğu yerden kalktı, kütüphanesinden bir kitabın arasından vefat eden öğretmen ablamın fotoğrafını getirdi. Nutkum tutuldu. “Neden sizde?” dedim. Bolu Öğretmen Okulu’nda öğretmen iken, başka birinin aracılığı ile eline geçmiş. Yüzüne baktım,. Gözlerindeki o ifadeyi anlatmam mümkün değil… Aşk nasıl bir şeyse… İşte öyle bir şey…Hoca duygularını içinde yaşayan biriydi!”

 

Kürşat Coşgun’da Dergide yer alan “koca adam’a ağıt” başlıklı yazısında duygularını şöyle kaleme aldı:

 

karadeniz’de delirip, bababurnu’ndan geçerken şehre doğru melteme dönüşen rüzgar, önce yalıları selamlayıp sonra dar sokakları yalayarak bahçe içinde iki katlı konağa vardığında, kocaman yürekli bir adam geniş alnında son bulur. Adam rüzgarı sevgiyle karşılar, onu alnından öper.

O rüzgar ki, Karadeniz’in tadını, tuzunu taşır. Hırçınlığını, deli dalgalarını kabartır, binlerce yıllık öyküsünü, söylencelerini yaşatır; o rüzgar ki insanın iliğine işlediğinde soğuğunu değil, sıcağını duyumsatır; azgın dalgalarla birlikte beşik gibi salladığı balıkçı tekneleriyle eğlenir, oyunlar oynar; o rüzgar ki delidir, poyrazdır, lodostur, karayeldir…

Adam elleriyle tutar onu, gözlerinde hapseder. Her ikisinin gözlerinde kadim çağlardan bu yana süregelen bir dostluğun derin izleri vardır.

Adam eline alır fırçayı, tuvale yönelir, gözlerini kısar ve denize bakar, sonra gözleri denizin üstünden yavaşça ufka yükselir, orada bulutlarla buluşur. Adamın bakışlarından rüzgar görevini anlamış gibidir. Önce masmavi deniz kabarmaya başlar, dalgalar coşar. Ötelerde,  irili ufaklı teknelerde bir telaş, bir heyecan.  Bulutlar iç içe geçer, korkuyla birbirine biraz daha sarılır. Doğa rüzgara teslimdir, rüzgar adamın gözlerine.

Deniz, tekneler, insanlar, bulutlar, hepsi,  hepsi rengini yitirir. Doğa renginden sıyrılır, rüzgarın rengini alır.

Adam minnetle bakar dostuna. Tuval rüzgarın istediği gibi biçimlenir, renkler başkalaşır, doğa başkalaşır. Artık mavi, mavi değildir. Yeşil, yeşil değildir. Ne sarı, sarıdır ne de beyaz, beyaz. Hepsi rüzgarın gönlüncedir. Hepsi rüzgar renklidir. Tuval rüzgarın soluğuyla bezenir. Adam mutludur, rüzgar sevecen, dingin. Son adamın saçlarını yalayıp gözden kaybolur rüzgar.  Her ikisinin gözlerinde görevini yerine getirmenin iç huzuru okunur. Bir başka adam tuvale bakar. “Osman, beni o denize, o teknelere götür!” der. Adam ne onu ne başkasını, hiçbir zaman o denize götüremez, o tekneleri gösteremez. İster ki, gözlerine daha dikkatli baksınlar, deniz de ordadır, tekne de. Kırık bir yalnızlık öyküsüdür onunkisi. Bundandır, ahir ömrünün sonunda en çok rüzgarını yitirdiğine kahroldu. Sonra ayaza tutsak kahrolası bir bozkır sürgününde yitirdi ılık, mavi düşlerini.

 

Rüzgar son sözünü söylemedi.

 

Adam son sözünü söylemedi.