Okurlarla iç açıcı güzel yazılar paylaşmak istiyorum. Ama olmuyor. Ne ülkenin içinde bulunduğu koşullar ne de insana sıkıntı getiren karanlık hava buna elveriyor. Televizyon açmaya, radyo dinlemeye, gazetelerin manşetlerine göz atmaya korkuyorsunuz. Mutlaka bir kötücül haber alacakmışçasına karamsar bir duygu sarıyor belleğinizi.

Mesela tarihin en ağır salgınlarından birini yaşıyor Türkiye. Covid -19 salgını azalmak şöyle dursun her gün ortalama 200’ün üzerinde yurttaşımız can veriyor. Yeni vaka sayısındaki artış da dinmek bilmiyor. Sosyal medyada yer alan haber portallarına inansanız ne olacak, inanmasanız ne olacak. Siyasette yalan, algı yaratma, sövgü üzerine üretilen sözler içinizdeki bunaltıyı daha da arttırıyor. “Bu memleket uzun laftan battı” diyen ustalarımızı saygıyla analım. “Siyasetten ekonomiye, ekonomiden spora” ne de çok konuşma meraklısı varmış. Her konuda her şey hakkında malumat sahibiler ve her şeyi biliyorlar. Gel de Uğur Mumcu’yu anımsama. Bu konuşmacıların hemen tümü de Uğur Mumcu’nun dediği gibi “Bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olanlar”. Hal böyle olunca da hiçbir konuda bozuk düzeni onaracak çözüm ortaya çıkmıyor.

Ülkede bir takım işler düzgün gitmiyor. Mesela düşünceyi ifade özgürlüğü önündeki engeller kalkmak şöyle dursun her gün biraz daha arttırılıyor. Adaletsizlik diz boyu. Evrensel hukuk kuralları bizim ülkemizde işlemiyor. Toplumsal şiddet giderek toplumsal cinnete dönüşüyor. İstanbul Sözleşmesi’ni reddeden Türkiye kadın cinayetlerinin önünü alamıyor. Medyada sansür, otosansür alabildiğine sürüyor. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin kararlarına uyulmadığı için Osman Kavala, Selahattin Demirtaş cezaevinde çile doldurmaya devam ediyor. Bütün bu göstergelere rağmen kendini kapı kulluğuna adamış kimi gazeteci ve yazarlar hâlâ Türkiye’de demokrasinin varlığından, adaletin bağımsızlığından, ekonomik büyümenin gerçekleşeceğinden söz edebiliyorlar. Pes doğrusu.

Bu haftaki yazıyı şiirimizin ustalarından Gülten Akın’ın dizeleriyle sonlandıralım istedim. Daralan yüreğimiz şiirle ferahlasın diyedir bu çabam.

Gülten Akın’dan “Bir Adam Söylencesi” birlikte okuyalım.

Susulan bir yere gelindi

yalnızca susulan bir yere gelindi

eksikliydi çünkü sözler ne kadar söylense

ne kadar söylendi

ADAM orda öyle duru mavi gözleriyle

biliyordu kim neyi ne kadar

yanlışı doğruyu kim neyi

ilk görüştü bir nirengi

öteki, birlikte durulan sıcak fotoğraftı

yazılar kitaplar dergilerdi biri

bir başka nirengi içimizden geçiyordu

bu ADAMa diyorduk, kötülük hiç uğramadı

orda öyle duru mavi gözleriyle

belki bir ağabey, belki bir usta

belki büyük denizlerin uzun seferlerin feneri

(resimde küçük lekeler: çocuksu öfkeyle

derebeyi olduğu söylendi)

Ama O

sırtında,

yoksulluğun çürük bir diş gibi sancıdığı

zulümden yüreği kamaşık

acılı bir ülkenin Nazım tarihi,

kendi elleriyle kendi eğnine

biçtiği yalın giysiyle

yürüdü gitti

biz eksikli kaldık, sözler eksikli

birkaç işaret işte, birkaç nirengi

sustuk ardından baktık