Atatürkçü Düşünce Derneği (ADD) Genel Başkanı Tansel Çölaşan Cumhurbaşkanlığı seçimleri ile ilgili yaptığı değerlendirmede, “Bu durum, Cumhuriyet değerleriyle hesaplaşmak, Atatürkçü Düşünceden rövanş almak olarak özetlenebilecek devrim karşıtı hayaller için aslında BAŞLANGICIN SONU OLACAKTIR” dedi.

 

Çölaşan, Türkiye Cumhuriyeti’nin halk oylaması ile ilk seçilen Cumhurbaşkanı olan Recep Tayyip Erdoğan’ın yüzde %75 katılımlı bir seçimde geçerli oyların yüzde %51,8 ini aldığını kaydederek görüşlerini şöyle dile getirdi:

 

“Türkiye’nin laik ve demokratik bir hukuk devleti olduğu, parlamenter demokrasiyle yönetileceği, seçilen her cumhurbaşkanının bağlılık yemini edeceği Anayasal düzenidir.

Anayasa’da cumhurbaşkanı için öngörülen ayrıcalıklar ve yetkiler, otokratik bir başkanlık sistemi zorlamasına olanak vermez. Cumhurbaşkanının resen imzaladığı kararlar ve emirler aleyhine Anayasa dahil, yargı mercilerine başvurulamaması (Any. 105/2); Cumhurbaşkanının tek başına yapacağı işlemlerin yargı denetimi dışında olması (Any. 125/2) hukuk devletine meydan okumayı meşrulaştırmaz.

Ancak Recep Tayyip Erdoğan’ın gerektiği hallerde Bakanlar Kurulu’na başkanlık etmesi (Any. 104/12) toplumsal muhalefeti bastırmak için şekil ve esas bakımından Anayasaya aykırılığı iddiasıyla Anayasa Mahkemesi’nde dava açılamayacak kanun hükmünde kararnamelerin çıkarılacağı olağanüstü hal ve sıkıyönetim dayatmalarına ortam oluşturamaz.

Başbakanın seçim sürecindeki söylemlerinden, bu yolların zorlanacağı görülmektedir.

12 yıllık iktidarı boyunca toplumun refah düzeyini arttırdığı, açılım süreciyle toplumsal barışı sağladığı, ülkeyi ekonomik istikrara kavuşturduğu ve uluslar arası ilişkilerde ülkenin saygınlığını arttırdığı yönündeki söylemlerle geniş toplum kesimlerini yanıltmış olması, muhalefetin ise bu önemli konularda seçenek üretmemesi ve seçim sürecinde bu konuları işlememesi seçimin bu şekilde sonuçlanmasına katkı sağlamıştır.

Öyle ki, Büyük Ortadoğu Projesi eşbaşkanı olan birinin cumhurbaşkanı olmasının ülkeyi ne tür tehlikelerle baş başa bırakabileceği konusu, hiç ele alınmamıştır. Bu nedenle siyaset kurumunun tavizkar ve teslimiyetçi anlayışı iflas etmiştir.

Sonuç olarak, devletin tüm olanaklarını reklam ve propaganda amacıyla kullanan RTE, hem muhalefetin, hem de seçime katılmayan kesimlerin katkıları sayesinde cumhurbaşkanı seçilmiştir. Önümüzde bizleri bekleyen olasılıklar şunlardır;

1- Bu kişi kendisinin de ifadesiyle, tarafsız bir cumhurbaşkanı olmayacaktır. Partizan bir anlayış ile, siyasi iktidarın başında bulunmaya devam edecek, sadece kendisine destek verenlere yönelik politika geliştirecektir.

2- Çatışmacı dili ve ötekileştirici tavrıyla, milletin birliğini tehdit etmeye devam edecektir.

3- Genel sorumluluk alanlarının dışına çıkarak, devlet organları arasında uyumu sağlamaktan çok, tartışmayı, çatışmayı körükleyecektir.

4- Anayasa değişikliği ile parlamenter sistem yerine başkanlık adı altında tek adam diktasını getirmek ve barış, açılım sürecin söylemleriyle vatanı bölme planlarına devam etmek isteyecektir. (Ancak Başkanlık Sistemi’ne geçmek için Anayasa değişikliğine gerek olduğu, dolayısıyla Anayasa’nın üçte ikisinin değişmesi gerektiği, bunun da ancak TBMM üye tamsayısının en az beşte üç çoğunluğunun (330 oy) gizli oyuyla sağlanacağı, şayet 2015 Genel Seçimleri sonucunda AKP TBMM’de bu oy çoğunluğuna sahip olmazsa Başkanlık Sistemi’ne kolay kolay geçilemeyeceği, dolayısıyla 2015 Genel Seçimlerinde Türk halkının ve muhalefet partilerinin önünde hâlâ tarihi bir fırsat bulunduğu unutulmamalıdır.)

5- Başkomutanlık sıfatıyla, ülkemizi komşu ülkelerle savaşın eşiğine getirecek, hepimizin yaşamını tehdit edecektir.

6. Üniversitelere rektör atamaları ve başta Anayasa Mahkemesi olmak üzere yargıya yapacağı atamalarla kendi otoriter rejim anlayışını dayatacaktır.

Ayrıca, Türkiye’yi ciddi bir ekonomik krizin beklediğini her kesimden ekonomistler dile getirmektedir. Dış politika krizi de dış siyasetimizi yönetilemez noktaya getirecektir. Bu durumda kriz ile erken seçim olasılığı güçlenebilir ve siyasi iktidar seçimi krizin etkisi baş göstermeden bitirmek isteyebilir.

İstisnasız bütün kesimleri etkileyecek olan ekonomik krizi en son hissedecek olan geniş halk yığınlarıdır. İlk olarak ise bankalara, özellikle dövizle borçlu olanlar olacaktır. İlk planda dövizin yükselmesine ihracatçı geçinenler sevinse bile büyük ölçüde hammadde açısından dışa bağımlı olduklarından bir sonraki aşamada onlar da etkilenecektir. Dolayısıyla “istikrar sürsün” söylemi çökecektir.

Bu durum karşısında, ülkenin cumhuriyetçi güçlerinin birlikte mücadele etmesi, kurucu ilkelerin günümüz sorunlarına çözüm üretme noktasında geliştirilip yaygınlaştırılması ve siyaset kurumları ile toplum nezdinde güç odağı durumuna gelinmesi gerekmektedir.

Milleti, daha önce olduğu gibi yine milletin azim ve kararı kurtaracaktır. Seçeneksizliklerle, dayatmalarla, peş peşe alınan seçim yenilgileriyle umutsuzluğa kapılan, yorulan veya küsen yurttaşlarımızı bu çerçevede silkelenmeye davet ediyoruz.

Unutmayalım;

Kurucu ilkeleri bugünün sorunlarını çözecek şekilde geliştirmek, yaratıcı ve cesur adımlarla cumhuriyetimizi yeniden çağdaşlık hedefine yöneltmek için Cumhuriyetimizin kurucu siyasal ilkeleri yeterli ve değerlidir.

Egemenlik iktidarların değil ulusundur!”