Geçtiğimiz hafta Babıali’nin çok değerli simalarından birini daha kaybettik. 90 yaşına 90 kitap sığdıran önemli bir Yazar, Tarihçi ve usta bir Gazeteci Orhan Koloğlu. Orhan Koloğlu’nu Ecevit’in başbakanlık yaptığı dönemde basın yayın ve enformasyon genel müdürü iken tanıdım. O dönemde hem yurt içindeki hem de yurt dışındaki meslektaşlarımıza büyük kolaylıklar gösterdiğini biliyorum. Geniş kültürüyle de Bülent Ecevit’in yol arkadaşı oldu. Orhan’dan iki yaş büyük Doğan Koloğlu ise Babıali’den yakından tanıdığımız çok sevdiğimiz bir ağabeyimizdi. O da çok donanımlı bir yazar ve gazeteciydi. Her ikisinin de meslek örgütümüze bağlılıklarına ise ayrı bir parantez açmam lazım. Orhan Koloğlu İstanbul’a geldikten sonra Basın Müzesi’ni uluslararası çapta bir iletişim kütüphanesine dönüştürmüştür. Ölene dek Basın Müzesi’nden gözünü hiç ayırmadı, sürekli tavsiyelerde bulundu.

Orhan Koloğlu onca bilgisine karşın son derece alçak gönüllüydü. Sıkı bir Atatürkçüydü. Laik Cumhuriyetin kazanımlarından asla ödün vermezdi. Yedi yıl önce yitirdiğimiz Doğan Koloğlu’dan ise de hem meslek örgütümüzün çalışmaları açısından hem de kişisel dostluğumuz çerçevesinde öğrendiğimiz pek çok şey oldu. Her iki kardeşe de bu açıdan minnettarız.

Rahmetli Mümtaz Soysal’ın bir sözünü sık sık hatırlarım. Şöyle yakınmıştı Hoca: “Ülkede sanki çok değerimiz varmış gibi birbiri ardına değerlerimizi yitiriyoruz yerleri de kolay dolmuyor.” Hoca haklıydı. Kimi zaman değerli yazar ve gazetecileri nefretlerinin odağına oturtan kişilerin sebep olduğu cinayetlerde hem kültürümüz hem de mesleğimiz öksüz kaldı.

Nitekim günümüzde Basın Müzesi’nde 1909’dan bu yana belgeleri ile saptanmış 66 öldürülen gazetecinin portreleri var. Şimdilerde yalnız gazeteciler değil yazarlar, akademisyenler, ülkenin aydınları cezaevlerini dolduruyorlar. Geçenlerde İnfaz yasa tasarısı Meclisten geçerek yasalaştı. İlginçtir bu yasa Türkiye’nin büyük bir felaketle karşı karşıya bulunduğu Kovid-19 virüs salgınını adeta fırsat bilerek doğru dürüst tartışılamadan Meclisten geçirildi. Gazeteciler, yazarlar ve ülkeye bilgileri ile kültürleri ile katkı sunmuş, sırf iktidarı eleştirdikleri için cezaevine gönderilmiş hiçbir isim yasadaki indirimden yararlandırılmamıştı. Ne Selahattin Demirtaş ne Osman Kavala ne de içeride çile dolduran tutuklu ve hükümlülerden hiç biri…

Onların suçları sadece düşüncelerini açıklamak, yazmak ve konuşmaktı. Yasadan yararlandırılanlar ise eli kanlı çeteciler, yerli mafyamız, hırsızlar ve dolandırıcılar. Gerçekten sözün bittiği yer burası. Halkın haber alma, bilgilenme, gerçekleri öğrenme hakkı için uğraş veren gazetecilere bu kin ve nefreti anlayabilmek mümkün değil. Oy kullanan milletvekillerinin vicdanları rahat mı diye sormuyorum bile, çünkü vicdanları yoktu.

Rahmetli Osman Bölükbaşı bu gibi durumlarda seslenirdi: “Arkadaşlar elinizi cüzdanınıza değil vicdanınıza koyun” diye. Bölükbaşı bu günleri görseydi ne derdi bilemiyorum. Dünyanın gördüğü ender felaketlerden birini yaşıyor ülkemiz ve iktidar muhalifleri ile kavga etmeyi sürdürüyor. Muhalif belediye başkanlarının bu zor günlerdeki halka ve sağlıkçılara el uzatmasını cezalandırıyor. Sahi biz nasıl bir rejim içindeyiz? Tek adamın iki dudağı arasındaki her söz yasa oluyor. Muhalefet tırsmış durumda, sadece laf üretiyor. Keçecizade Fuat Paşa’ya atfedilir. O üstat da şöyle nokta koymuş. “Bu memleket laftan battı” Çok seslilikten ki, hiçbir zaman olmadık, tek sesli düzene geçmeye pek de meraklıymışız. Emekçiler eziliyor, yoksullar her gün biraz daha yoksullaşıyor, İktidar erki ise hâlâ büyük sermayeyi nasıl kalkındıracağının hesapları içinde, yazıktır bu ülkeye! Günümüzün sorunu Kovid-19 virüsünün yarattığı bu insanlık felaketinden el birliği ile çıkabilmek. Ama o el birliğinin de, birlik beraberliğin de lafta kaldığı çok açık. Siyaset virüse bile baskın geliyor. Elbette biz umudumuzu hiç yitirmeyen bir kuşaktan geliyoruz. Mücadelemiz gazeteciler de, ülkemiz de özgürleşene kadar sürecek. Yazıyı Gülten Akın’dan bir şiirle sonlayalım.


“Zindanlar Boşalmadıkça”

Çiçek aldım kendime, eski yabancıydım
Sümbüllerle durulandım nice yıldan sonra
Sormadan, kimseler söylemeden
Sevindim soluklandım
Çiçek alsam artık onarsam kendimi kokularla
Ölüm elimizden tutup götürüyor kaç fil kaldık şurda
Gülemem, çiçek alamam, utanırım kendimi onarmaya
Dünyası zindan zindan zindan
Zindanlar boşalmadıkça