Anayasa Mahkemesi tarafından kanunlara uygun bir karar verilerek HDP hakkındaki iddianamenin Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına iadesine karar verildi. Gerekçesi henüz açıklanmadı.

Bu karar üzerine HDP’nin kapatılmasını isteyen politikacılar bu kararı veren Anayasa Mahkemesinin kapatılmasını istediler. Çünkü, Anayasa Mahkemesi kapatma davasına devam etmek yerine iddianameyi “kanun gereği” iade etmesini siyasi olarak çok sert eleştirdiler.

Anayasa Mahkemesi 1961 Anayasası ile kurulmuştur. 7 Mayıs 2010 kabul tarihli 5982 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının Bazı Maddelerinde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun'un 12 Eylül 2010’da halk oylamasıyla kabul edilmesiyle birlikte 30 Mart 2011 kabul tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun ile Anayasa Mahkemesinin kuruluşu, görev ve yetkileri yeniden düzenlenmiştir. Bu değişiklikle üye sayısı on yediye çıkarılmıştır. Mahkemeye bireysel başvuruları karara bağlama yetki ve görevi verilmiştir. Siyasi partilere ilişkin dava ve başvurulara, iptal ve itiraz davaları ile Yüce Divan sıfatıyla yürütülecek yargılamalara Genel Kurulca bakılmakta, bireysel başvurular ise bölümlerce karara bağlanmaktadır. 2010 Anayasa değişikliği ile Anayasa Mahkemesi üyelerinin görev süresi on iki yıl ile sınırlandırılmış; üyelerin yeniden seçilememesi esası getirilmiştir. Anayasa Mahkemesi üyeleri altmış beş yaşını doldurunca emekliye ayrılırlar.

21 Ocak 2017 kabul tarih ve 6771 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasasında Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un kabul edilmesiyle birlikte 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’da da değişiklik yapılmıştır. Anayasa Mahkemesinin üye sayısı on beşe düşürülmüştür. Anayasa Mahkemesinin onbeş üyesi TBMM ve Cumhurbaşkanı tarafından seçilir. Türkiye Büyük Millet Meclisi; iki üyeyi Sayıştay’dan, bir üyeyi ise baro başkanlarının serbest avukatlar arasından gösterecekleri üç aday içinden yapacağı gizli oylamayla seçer. Cumhurbaşkanı; üç üyeyi Yargıtay, iki üyeyi Danıştay, en az ikisi hukukçu olmak üzere üç üyeyi Yükseköğretim Kurulundan dört üyeyi üst kademe yöneticileri, serbest avukatlar, birinci sınıf hâkim ve savcılar ile en az beş yıl raportörlük yapmış Anayasa Mahkemesi raportörleri arasından seçer.

AYM geçmiş tarihi budur. Şimdi bu tarihi geçmişi ortadan kaldırmak veya Anayasa Mahkemesini siyaseten ortadan kaldırmak, şu veya bu nedenle kapatmak isteyebilirler. Beğenmedikleri kararlar verdiği için kapansın diyenler olabilir. Bu siyasi bir yaklaşımdır, görüştür. Kabul edilir veya edilmez veya karşı çıkılır. Hatta tarihte benzeri örnekleri çoktur. Mahkemeler kapatılmıştır, hakimler sürülmüştür, hakimler ve savcılar azledilmişlerdir.

Yargı, yürütmeden çok çekmiştir. Bütün siyasal iktidarlar yargının kendi isteklerine uygun davranmasını ister. Yargı kararlarıyla kendilerini sınırlandırsın istemezler ve hiç sevmezler.

Yargıyı araçsallaştırmak ve hukuku bağımlı hale getirme istekleri özellikle II Dünya Savaşından önce çokça görülen ve en uç örnekleri Nazi rejimlerinde ortaya çıkan hukukun eseridir. Rejime uygun hukuk için otokrasiye uygun hukuk yaratılmıştır. Böyle bir eseri yaratmakta hukukçuların günahı sayılamayacak kadar çok, buna katkı veren hâkim ve savcı sayısı da unutulmayacak kadar çoktur. Kanunlar var ama uygulanmasına gerek olmayan, mahkemeler var ama sadece işlerini yapıyormuş gibi görünen ve var olan ama gerektiğinde olmayan mahkemeler, kararları var olan ama beğenilmezse değiştirilebilir esneklikte hükümler verilen rejimin hukuk sisteminde görev yapan yargıçlar ve savcılar… Hukuku rejime uygun hale getiren hakimler ve savcılar…Sonra eylemlerinden dolayı yargılanan hâkim ve savcılar… Nürnberg yargılamalarının üzerinden çok zaman geçmedi

Naziler ve hukuk…. Nazi Almanya’sında hukuk…

Yaşanmış geçmişte “Suikastçının hançeri, yargıcın cübbesinin altına gizlenmiştir.” cümlesini haklarındaki hükme yazdıran yargıçlar, savcılar ve Adalet Bakanlığı görevlileri….

Nazi Almanya’sında Hukuk adlı Zoe Yayınları tarafından yayımlanmış ve çevirisi Kıvılcım Turanlı ’ya ait bu kitapta yargı mensuplarının suçları, suç işlemeye hazır halleri ve insanlığa karşı suç kavramının ortaya çıkışının acı ve siyasal iktidarın isteğine uygun hukukçuların yarattığı zulmün öyküsü…

1945’li yıllarda mahkemeler siyasi iktidarlara çok az dert oldu.

Özellikle Nazi Almanya’sında hiç sorun olmadı ve Volksgerichtshof (Halk Mahkemesi) tarihe kanlı bir rejimin en kanlı mahkemesi olarak geçti. Bu mahkemelerin başkanı Roland Freisler Hitler’e sarsılmaz bağlılığı olan en zalim başkandı. Halk Mahkemesinde 5.000’in üzerinde idam cezası verilmişti. Freisler Müttefikler Berlin’i bombaladığında Halk Mahkemesi binasına isabet eden bombalardan yıkılan binanın enkazı altında öldü.

Hukukta ve yargıda büyük bir değişiklik yapılacağı Hitlerin iktidara çıkmasından on üç yıl önce Nazi Partisi programında ortaya çıkmıştı. Hukuk, Hitler karşısında gücünü kaybedecekti, ama ortadan kalkmayacaktı. 23 Mart 1933’te Reichstag’da yaptığı konuşmasında Hitler; “Yargımız her şeyden önce Volk (halk) topluluğunun korunmasına hizmet etmelidir” demişti. Yargıçların azledilemezliğini nasıl önlemek için getirdi: “Toplumun korunmasına hizmet edecek yargı kararlarının esnekliği, yargıçların sabit görev süreleri ışığında (yargıçların azledilemezliği) belirlenmelidir.” dedi. Böylece esneklikleri kabul edilecek yargı kararları ile “Gelecekte, devlete ve ulusa ihanet barbarca bir acımasızlıkla imha edilecektir.” görüşü hukuka yerleştirildi.

Nihayetinde 26 Nisan 1942’de Hitler kendini “en yüksek yargıç” olarak ilan etti.

Davalara müdahale edeceğine ve taleplerini yerine getirmeyen yargıçları görevden alacağına ant içmişti. Yargıçları kendi iradesine bağlı olan devlet memurları arasında sayan Hitler, Nazi amblemlerinin yargıç ve savcıların cübbelerine işlenmesinden yanaydı.

Hitlerin 1942 Reichstag konuşmasını Meclis kararı izledi ve “bağlılık” sözü verildi:

“Şüphesiz Führer, savaş zamanında, Alman halkının varoluş savaşı verdiği bu zamanda, zaferin kazanılmasına hizmet edecek ya da katkıda bulunacak her şeyi yapması için talep ettiği hakka sahip olmalıdır. Bu nedenle Führer’in, ulusun Führer’i, Silahlı Kuvvetler’in başkomutanı, hükümetin başı ve yürütme yetkisinin sahibi olarak ister basit bir asker ister subay ister genç ya da kıdemli memur ister yargıç ister partinin önde gelenlerinden isterse basit bir görevlisi ister işçi ister maaşlı çalışan olsun, her Alman’ın uygun görünen bütün yollarla görevini yerine getirebilmesi için yasalara bağlı olmaksızın en yüksek yargıç ve Parti’nin lideri konumunda olması gerekmektedir. Eğer özenli bir soruşturmadan sonra, bunların görevlerini ihlal ettikleri tespit edilirse, kazanılmış hakları gözetilmeksizin, uygun tazminat ödenmeksizin ve öngörülen prosedürler izlenmeksizin görevlerinden alınacaklar ve rütbelerini kaybedeceklerdir.” (Reichsgesetzblatt (RGBI) 1942, I.s.247)

Yasalara bağlı olmaksızın tüm yetkilere sahip olarak en yüksek yargıç Führer’di….

Bağımsız yargı yoktu. Hitler’in zaman zaman ortaya koyduğu iradesi yargısal ve hukuksal olarak en üst normdu. İşbirlikçileri çoktu ve yargıçlar görevlerine fevkalade üstün başarıyla uyum sağladılar.

28 Ağustos 1942 kararnamesiyle Volksgerichtshof (Halk Mahkemesi) başkanlığına Roland Freisler’in getirilmesiyle uygun icracı bulunmuş oldu ve Halk Mahkemesinin işleyiş kuralları değiştirildi. Vatana ihanet suçu Volksgerichtshof (Halk Mahkemesi) görev alanına giren suç olduğu için bütün ceza kanunları “ihanetin gölgesinde” değerlendirilecektir artık… Eylemlere bakılarak cezalandırmak yerine failin sübjektif “iradesine” bakılacaktır.

Roland Freisler; “Açık bir hukuki buyruk yoksa, ceza da yoktur!” önermesinin karşısına “Cezalandırılabilir her davranış cezalandırılır!” ilkesini koydu. “Yurttaşların “özgürlüğünü” korumak için, eylemlerini hesaplayarak işleyen serinkanlı suçlunun korunması”na karşı çıkar. “Yaşayabilsin ve çalışabilsin diye, Volk’un (Halkın) her kötü eylemin failine karşı korunması” gerektiğini söyler. Üstelik, nullum crimen sine lege (kanunsuz suç olmaz) ve nulla poena sine lege (kanunsuz ceza olmaz) ilkelerini şiddetle reddetmiştir.

Bütün bu görüşler Carl Schmitt gibi önemli bir hukukçu tarafından da kabul görünce kıyamet kopmadı ama Halk Mahkemesi en küçük suça bile neredeyse idam cezası veriyordu. Örneğin bir rahip ağır yaralı bir askere kimi görmek için ölebileceği sorusunun sorulduğu bir fıkrayı anlattığı için idam cezasına çarptırılmıştı. Elli yaşında bir akıl hastası emekli Nazileri aşağılayan kartpostal dağıttığı için vatana ihanet suçundan idam edildi.[i]

Yıllar sonra Nürnberg’deki hukuku Hitler’e uyduran yargıç ve savcıların yargılandığı Adalet Davasında on altı sanıktan dördü yargıç, altısı savcı, dokuzu ise Adalet Bakanlığı memuruydu. İddia; sanıkların zulüm teşkil eden eylemlerde bulundukları ve bunu hukukçu oldukları ve hukuki görevleri sırasında yaptıklarıydı. Tuğgeneral Telford Taylor’un iddiasına suçlamanın esası; “sanıkların hukuk sistemini saptırması, onun bütün anlamını ve içeriğini boşaltarak kalan kabuğu ya da görünüşü, zulmetmek için kullanmasıydı.”

“Özetle suçlama dedi mahkeme, “ülke çapında hükümet tarafından düzenlenen…. İnsanlık yasalarını ihlal eden bir zulüm ve adaletsizlik sistemine bilinçli olarak katılmak ve Adalet Bakanlığı yetkisini ve mahkemelerin araçsallığını kullanarak hukuk namına suç işlemekti.” Tam anlamıyla: “Hukuk eliyle cinayet.” (Tuğgeneral Telford Taylor’un ifadesi).

“Nürnberg’deki Adalet Davasında verilen karar, meseleyi çok güçlü biçimde özetlemektedir. “Suikastçının hançeri, yargıcın cübbesinin altına gizlenmiştir.” Nisan 1949’da söylenen bu sözlerle mahkeme, kasvetli ve tokat gibi çarpan bir ders vermişti: Hukukçular toplu katliamlara kadar uzanan menfur suçları işleyebilir ve bunu yaparken de görünüşte hukukçular olarak “normal” işlerini görmeye devam edebilirler.” [ii]

Kitaptaki bir cümleyle bitirelim: “Hegel, “tarihin ve deneyimi bize öğrettiği şey şu: Halklar ve Hükümetler tarihten hiçbir şey öğrenmemiştir”

İnsan haklarına inanan hiç kimse hukuku; yargıcın cübbesi altına gizlemeye kalkmasın

 

[i] Nazi Almanyası’nda Hukuk. Editörler. Alan E. Steinweis &Robert D. Rachlın. Çeviren Kıvılcım Turanlı. Zoe Yayıncılık. 2020. S. 80- Robert D. Rachlin ‘Roland Freisler ve Volksgerichtshof.Bir Tedhiş Aracı Olarak Mahkeme’

[ii] Age. Harry Reicher. İnsanlığa Karşı Suçlarda Sorumluluktan Kaçmak. S 167