Ülkenin yoğun gündemi arasına neyse ki 2020 Avrupa Futbol Şampiyonası jet hızıyla düşüverdi de yurttaşların her gün biraz daha artan sıkıntıları bir nebze olsun hafifledi. Futbol maçlarıyla siyasetin, devlet yönetiminin karmaşası nasıl rahatlar demeyin hele bizim toplumda futboldan söz ediyorsak ve de futbolu sporun bir dalı olmaktan çok milliyetçiliğin dozunu arttıran bir yöntem olarak kullanıyorsak pekâlâ olur. Hatırlayın, Portekiz diktatörü Salazar (1889-1970) halkını yaklaşık 40 yıl boyunca üç F ile yani Futbol, Fado ve Fiesta ile yönetmeyi / oyalamayı başarmıştı. Bizim ülkede de futbolun hatırı sayılır bir yeri var. Şimdi bakıyorum halkın vergileriyle yayın yaptığı için tarafsız olması gereken ama her iktidara yamanması adet haline gelen TRT de bu fırsatı kaçırmıyor. Bir spor seyrini bile milliyetçiliğin sınırlarını da aşan bir heyecan ve coşkuyla izleyenlere sunmanın gayreti içinde çırpınıyor.

Şimdilerde spikerlerin milli takım futbolcuları için kullandığı yeni deyim ‘Bizim çocuklar’ maç anlatılırken, maçla ilgili röportaj yapılırken şoven bir tavır içinde ‘Bizim çocuklardan’ söz ediliyor. Anlatılan sanki bir spor karşılaşması değil de savaş. Bizim çocukların karşısındakiler sanki rakip takım değil de düşman ordusu. Yapmayın arkadaşlar pandemi dolayısıyla yıpranan futbolcuların sırtına bir de hamaset yükünü vurmayın. Yazıktır, günahtır! Şovenlik çok tehlikeli sonuçları olan kof milliyetçiliktir. ‘Bizim çocuklar’ deyimi bana hep acıyla, zulümle halkımıza yüklenmiş günleri anımsatır. 12 Eylül 1980’de Türkiye’de bir askeri darbe olur. Askeri darbe haberi Amerika Birleşik Devletleri’nde ‘Baba Bush’ Oval Ofisindeyken kendisine iletilir. Baba Bush gözleri parlayarak sorar ‘Bizim çocuklar mı?’ ‘Evet başkanım’ diye cevap verir muhatabı.

Maç izlerken kulağımın dibinde bizim çocuklar, bizim çocuklar diye haykırdıkça TRT spikeri, benim de bir film şeridi gibi gözümün önünden 81 Anayasası, o dönemin getirdiği zulüm, işkenceler, acılar, yaş büyütülerek yapılan idamlar geçer. 81 Anayasası’nın günümüze kadar gelen uzantıları Türkiye’yi parlamenter demokrasiden, halkların kardeşliğinden, temel hak ve özgürlüklerin kullanılmasından yoksun bırakırken, ülkeyi de içeride ve dışarıda yalnızlığa itmiştir. ‘Bizim çocukların’ gerçekleştirdiği askeri darbeyle insanlarımız birbirini sevmeyen, birbirinden nefret eden, barışa düşman, bölünmüş bir topluluk haline gelmiştir. Kısaca ‘Bizim Çocukların’ bende çağrıştırdığı izlenimler bunlar.

Şimdilerde Cumhur İttifakı yeniden Amerika Birleşik Devletleri’ne yanaşma stratejisini kullanmaya başladı. ABD’nin Başkanı Biden’le yapacağı görüşmede Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın neler isteyeceği hangi ödünleri vereceği merak konusuydu. Elbette görüşmenin içeriğini her zaman olduğu gibi kendi medyamızdan okuyabilmemiz mümkün görünmüyor. Ama zaman geçtikçe görüşmenin etkileri de olumlu ya da olumsuz bir biçimde toplumumuza yansımaya başlar. Aslında 45 dakikalık bir görüşmeyi her iki başkan da ‘çok verimli’ diye niteliyorsa bundan sonrasını bekleyip göreceğiz. Muhalefetin bu önemli görüşme üzerine değerlendirmelerini de elbette okumamıza da pek gerek yok. Çünkü biliyoruz ki, tam bağımsız Türkiye Cumhuriyeti ilkesinden ödün vere vere muhalefet de pek çok konuda iktidarla eş güdüm haline düşmüştür. Ne yazık ki ülkede yeni bir dönem başlayacaksa onu da Amerika Birleşik Devletleri Başkanının tutumu belirleyecek. Tıpkı eski yıllarda olduğu gibi.

Evet değerli okur kafa karışıklığı çıkmazında şiire yaslanmaktan başka bir umarımız yok. Bu yazıyı da Gülten Akın’ın kısa ama içimize işleyen bir şiiriyle sonlayalım:

Utanç

Gerçek acıyı tanıdım
yaraya değdim
bir cehennem taşıdım
omuzlarımda sanırdım
açtım gözümü ki dünya
cehennemden öte cehennem
utandım