Bazı yazılarımın başlığını halk deyişlerinden seçmek hoşuma gidiyor. Halk deyişleri deyip geçmeyin, pek çoğu memleketin hal ve gidişini yansıtır. Ülkenin içinde bulunduğu çıkmaz sokakta Cumhur İttifakı giderek totaliter bir rejimin sözcülüğüne soyunuyor.

Elbette bu gidiş yalnız sözde de kalmıyor. Muhaliflerini sindirme yolunda her gün biraz daha kademe kaydediyor. “Ben yaptım oldu” deyişiyle üniversitelere, siyasi kurumlara niteliklerine, yeteneklerine bakılmaksızın atamalar yapılıyor. Mesela Türkiye’nin uluslararası alanda da saygın bir üniversitesine bir rektör atanıyor. Öğretim üyeleri, öğrenciler rektörün profiline karşı, ama ne yazar. Biz yaptık oldu diyor Cumhur İttifakı. Bir bilim yuvasını medreseye dönüştürecekler akılları sıra. Bilime saygı nerede kaldı?

Şimdi gençler direniyor. Onu kırmanın bir yolunu bulmak lazım. Her zaman olduğu gibi bir provokatör bulunuyor. Öğrencilerden bazıları göz altına alınıyor. Gerekçe Kabe fotoğrafının yere serilmiş olması. Suç: Kutsala hakaret. Şimdi durup bir düşünelim. IQ’su bu kadar yüksek öğrencilerin öyle bir yanlışa düşeceğine inanabilir misiniz? Sonuçta bir ihbar var. Savcılık harekete geçer, gözaltına alınan çocuklarla ilgili tahkikat devam eder, iyi de bu kadar güvendiğiniz adalete neredeyse bütün bakanlar peş peşe nasıl müdahil oluyorlar. Hele bir bakanın sözü var ki “Sizin ne ayrıcalığınız var” demeye getiriyor.

Çünkü Türkiye’de 12 Mart döneminden beri ODTÜ’yü ve Boğaziçi Üniversitesini içine sindirememiştir sağ iktidarlar. Yalnız onları mı? Okuyan, yazan, sorgulayan, irdeleyen bütün gençleri potansiyel suçlu saymışlardır sağ iktidarlar. Ondandır masum bir Gezi üzerinden iktidarı yıkma girişimi iddianamesi çıkarmaları. Ondandır haklarını savunan gençleri gördükleri yerde gözaltına almaları. Ve ondandır diz çöktüremedikleri Boğaziçi Üniversitesini yok etmek için kendilerinin de inanmadığı iddialara yer vermeleri. Kısaca biz gençken, Avrupa’nın, Güney Amerika’nın, totaliter ülkelerinde halka özellikle de aydınlara, sanatçılara nasıl baskı yapıldığını insanların genç, yaşlı, kadın demeden nasıl yargısız infaz edildiklerini okumuş, belgesellerde görmüş, o dönemleri yansıtan filmlerde izlemiştik. Şimdi kendi ülkemizde halk üzerinde yaratılan korku ikliminde yaşıyoruz. Ürkütücü.

Nâzım‘ın deyişini kullanayım. “Gençlere kıymayın efendiler” gençler bu ülkenin aydınlık geleceği. Gençlere yaptığınız baskılar onları dış ülkelere yöneltiyor. Yüz ağartıcı çalışmalarını ne yazık ki kendi ülkelerinde değil ama Almanya’da, Fransa’da, Kanada’da, çeşitli ülkelerde gerçekleştiriyorlar. Bize de ülkemizdeyken hor gördüğünüz o gençlerle gurur duymak kalıyor.

Şimdilerde medya kirliliğinden gerçekleri öğrenebilme şansımız günbegün azalıyor. Sağlıkta böyle, ekonomide böyle, siyasette de böyle. Emek insanlarının durumu iktidarı ilgilendirmiyor. Çünkü iktidar sermayenin iktidarı. Medya iktidarın medyası. İktidara en küçük eleştiri bile hazmedilmiyor. İktidara iliştirilmiş gazetecilere her türlü olanak sağlanırken muhalefet ettikleri var sayılan Evrensel, Birgün gibi gazetelere ceza üzerine ceza bindiriliyor. Ve bunun adına da ileri demokrasi diyorlar.

Konuşacak, yazacak daha pek çok şey var ama kime…

Bu hafta da bir şiirle son verelim yazıya. Emek insanlarının şairidir Sennur Sezer. Onun “Çorak” adlı şiirini birlikte okuyalım.

Usandı gökyüzü usandı yağmur

Bir istemesini bilen ellerimizden

Bir dilim ekmek bir sıcak yatak

Artmadı bizden

Biz çıplaklığından utanan kişileriz

Başımızda incir ağaçları başıboş

Başıboş ellerimiz yüzümüzde

Biz çıplaklığından utanan kişileriz

Suç kimde

Usandı gökyüzü usandı yağmur

Bir ağlamasını bilen gözlerimizden