Babıâli’ye adım attığımızda ünlü köşe yazarlarının ustalıkla kaleme aldığı yazıları şevkle okurduk. Hepimizin bildiği gibi tek parti döneminden günümüze dek ülkede gazetecilerin en azından büyük bir bölümü hiç rahat, huzur görmemiştir. Meslek yaşamları gazete patronlarıyla iktidarlar arasında sıkışıp kalmıştır. Gerçekleri anlatmaya çalıştıklarında, doğru haberlere yayın organlarında yer verdikleri zaman başlarına türlü belaların geleceğini bilirler. Buna rağmen gazeteciliğin temel ilkelerinden ödün vermezlerdi. Tanıdığım ünlü köşe yazarları arasında Burhan Felek, Ref’i Cevat Ulunay, Çetin Altan, İlhan Selçuk ve Hasan Pulur iktidar sertleştikçe yazılarının savcılığa düşmemesi için ilginç yöntemler bulurlardı. Bu yöntemlerden biri, köşe yazılarında Nasrettin Hoca, daha çok da Bektaşi fıkralarına yer vererek söylemek istediklerini dolaylı yollardan okura iletmekti. Ama birbiri ardına gelen darbeler sonucunda bu tür köşe yazılarındaki nükteyi anlayacak okur sayısı da, savcı sayısı da giderek azaldı. Üstatlar yine iktidarın hışmına uğradı. Çetin Altan, İlhan Selçuk 12 Mart askeri darbesinde en çok zulüm gören gazetecilerden oldular.

Günümüzde siyasetçilerin ikiye böldüğü toplumumuzda artık eskisi gibi gazete okunmuyor, her eve gazete girmiyor. Eskisi gibi ülkenin gündemini sorgulayan köşe yazarları da hemen hemen kalmadı. Ustalarımızın gazetecilikle ilgili ilk öğütlerinden biri “Eğer ülkenizi seviyorsanız ve yazı yazmakla düşüncelerinizi topluma anlatma yeteneğiniz varsa asla yazmaktan geri durmayın. Ne kadar baskı altına alırlarsa alsınlar, hangi koşulda olursanız olun mutlaka yazınızı yazmanın ve okutmanın bir yolunu bulursunuz.” Bizim kuşaktan kimileri bu öğüdü hiç unutmadı. Kimileri ise onca kalem ustalıklarına ve yeteneklerine karşın iktidarların özel yazıcıları konumuna düştüler. Şimdilerde hep birlikte dibe vuran mesleğimizi izliyoruz. Daha nereye kadar diyerek…

Geçen hafta 104 amiral Montrö Anlaşması’nı savunan bir bildiri yayımladılar. Elbette iktidar bu bildiriyi affetmedi. Kendisine karşı bir darbe olarak gördü. Bu amirallerin İçişleri Bakanlığı tarafından çıkarıldığı anlaşılan akrabalarının, yakınlarının ve arkadaşlarının listesi iktidara biat etmiş ana akım medyadan iki gazeteye servis edildi. Liste Sabah gazetesinde yayımlandı, Hürriyet gazetesinde de yayımlandı. Ama Hürriyet gazetesi bir süre sonra okurlarından gelen tepkiler üzerine bu listeyi haberin içinden çıkardı. Okurlarından özür diledi. Bu arada medyanın “Bu kadarı da olmaz” halini açık ve seçik bir şekilde ortaya koyan, bu arada olayı kamuoyuyla paylaşan Medya Ombudsmanı Faruk Bildirici’yi de kutlamak gerekiyor.

İşte sevgili dostlar günümüzde gazeteciliğin ve köşe yazarlığının ahvali böyle. Elbette gazeteciliği de ülkenin genel politikalarından, genel siyasetinden uzak tutmak haberin özgürce dolaştığı bir iklim yaratmak hiç de kolay değil. Bu koşullarda bile eleştirel habercilik yapan, doğruları halkıyla paylaşan, gerçekleri araştıran bir avuç gazeteciye saygılar. İyi ki varlar.

Cemal Süreya diyebilirim ki ikinci yeni akımının en çok sevilen ve okunan şairlerinden biridir. Hayatın bütün kesitleriyle, sevgiyle, aşkla, zulüm gören insanlarla, acılarla acıyı yansıtan dizelerle doludur şuuru. Bu yazıyı Cemal Süreya’nın “Sıcak Nal” adlı kitabından seçtiğim bir bölümle sonluyorum.

-V-

Bir şey var şu bizim durumumuz ona benziyor

Umarsızlığı yüceltmek mi desem?

Renkleri beklemek belki...

Makbule geçmeyen armağan

Ya da

Zindanda gökbilim öğrenimi.

Ya da

Satın alınmak

Ezgiler tarafından.