Eyüp Bektaş'ın Haberi: Hani derler ya “Ben de gittim” diye. Evet ben de gittim oraya. Ora dediğim yer de Salı Deresi. Meslektaşım Hüseyin Aksakal’ın Değişim Dergi’de iken yayımladığı haber ile öğrendiğim ve daha sonra kendisinden bilgi aldığım Salı Deresine, yürüyüş seven dostlarımın gezi programı ile katıldım. Ama ne zaman? Sokak kısıtlamasından önce tabi ki. Ancak şimdi haber yapabiliyorum Salı Deresi’ni. Gecikmemin sebebi ise bahar tembelliği desem, sayılır!

Yer Ereğli’nin Yalı Bölgesi diye tabir edilen kesimi. Merhum Ressam Osman Zeki Oral’ın “O bölge İspanyol Göçmenleri” diye  vurguladığı Yalı Bölgesi, Terzi Köyü’nden başlayıp, Tepeören ve Elmacı Köylerine kadar gider. O bölgede yaşayanlar, yenileri bilmez ama “paçalı” olarak tanınırdı. Yalı köylerinin kadınları şalvar giymez. Şalvar yerine çok renkli etek ve altlarına da uzun don diye tabir edilen kıyafetleri, yelekler süslerdi. Çok yakından tanıdığım ve bir çok dost ve arkadaşımın bulunduğu Yalı Köylerinde “Paçalı” sözü alınganlık mı yapar bilemem. Nasıl ki, bu bölgede yeni kuşaklar büyük anneler için “eyce” demekten kaçındıkları gibi olsa gerek. Oysa “Eyce” Ece’den gelir. Türk boylarının yerleştiği  bu bölgelerin tüm kıyafet, söz ve gelenekleri Türk’tür. Eyce, “kraliçe” demektir. Eycecüm demek ise “Kraliçem”dir.  Büyük erkek atalara da “Eyce buba” derler. Yani, erkek büyükler kraldır, kral olarak ifade edilir.  Büyüklere verilen bu büyük saygınlığın temelinde, Türklerin insana verdikleri büyük saygı ve değerli oluşlarının ifadesini görürüz kültürlerinde.

Salı Deresi’ni tanıtacak iken konuyu ta nerelere götürdüm değil mi?

Evet, Salı Deresi Zonguldak’a giderken yolun sağ kesiminde Sücüllü çeşmesinin önünde durarak başlar. Sonra orman işletmesinin yangın yolu olarak açtığı ve köylerimizin Rolls-Royce’si  patpatların da ana yol olarak kullanabildiği güzergahtan aşağıya dikildiğinizde girersiniz doğanın içine. Bu nasıl bir doğa ki? Bahar ile uyanan tüm bitkilerin kokusunu doyumsuz çekerken içinize, karşı tepeler de ekili bulunan yerlere insanların nasıl ulaştığını tabi ki merak ederseniz. O merakınız “helal olsun işleyen ve üreten ellere” dedirtir sizlere. Yokuş aşağı inmek elbette keyiflidir de, o iniş sırasında “Ya bu yokuş dönüşte nasıl çıkılacak?” sorusu da korkutur benim gibilerini. Ah gençlik, her zaman da bulunmuyor ki. Kestaneci Köyü türküsü mü çalındı kulaklarıma nedir, gülümsüyorum bir yandan.

Evet, evvel zaman içinde kalbur saman içinde indik indik indik. Karşımızda şırıl şırıl akan bir dere. Çevrede bir tek çöp yok. Hayret! Pet şişe bile görmedim inanın. Mutluluğumuz bir değil bin arttı. Yıldıray Çınar’ın Dere boyu  kavaklar türküsünü söylüyor sanki derenin taşlarına vuran sular. Çalı çırpı vız gelir. Yürü babam yürü. Dere boyunu gördük, bu kez tam tersine. Dere güzergahındaki irili ufaklı şelaleler insanın içini dinlendiriyor. Tam tersine gittiğimiz dere boyunda büyükçe (yaklaşık 15 metre) bir şelalenin önünde video çekiyorum. İnsan yeni bir şey görünce veya keşfedince nasıl da çocuklaşıyor. Çocuklar gibi şeniz, mutluyuz, coşkuluyuz.  Çocuklar da var yürüyenler arasında. O çocuklar nefes, sevgi, umut. Ekibin boncukları.

Derken geldik mi mola zamanına. Dere kenarına indik, ayakkabıları çorapları çıkardık, ve oh! Buz gibi su nasıl da alıverdi yorgunluğumuzu. Kahkahalar arasında Cengiz Öğretmen gitarına dil/diller verirken gür sesi ormanla barışı seslendiriyor. Çıkınlar açıldı ve yenildi azıklar suyu katık yaparak.

Şimdi dönüş zamanı. Döneceğiz dönmesine ama?!! Yokuş çok zorlu? Kime zorlu derseniz, benim gibilerine. Benden 7 ay küçük Mehmet Ali “Ben gencim” diye hava basarken, bölgeyi avucunun içine sığdırmış Alpay Öğretmen  yürüyüş kolunda gençlerden birini en arkaya yerleştiriyor ki, geride kimse kalmasın. Dere kenarında bulduğum sopayı baston yaparak güç ala ala ve kimi zamanları da sol bacağıma giren ağrı ile teklesem de çıkıyorum o yar dibinden.

Oh be dünya varmış. Bu dünya;  bir zorluğu aşma ve “başarıyı” paylaşma coşkusunun dışa vurumu.

Son sözüm ne biliyor musunuz?  Gidin. Gidin yaşadığımız bölgenin köylerine. Gidin ve sorun soruşturun. Bilinenler kadar bilinmeyen daha neler var? Keşfedilenleri görün, yeni keşifleri de sizler bulun ki, öğrenelim. Batı Karadeniz’in en güzel, huzurlu, keyifli, şen doğasında buluşun/buluşturun.