Ocak ayının sonuna geldik. Ortalık bahar havası. Elbette bahar havasından söz etmem sadece mevsimsel durum için. Yoksa Türkiye’nin iç ve dış hali, canımızı acıtan Covid-19’un bitmez tükenmez saldırganlığı ve de toplum içindeki ayrışma/ayrıştırma hamleleri yaşantımızı günbegün daha da zorlaştırıyor. Ölümlere alıştırdılar bizi. Sevgisizliğe, yalana, iftiraya… İnsanın böylesine kötülüklere alışması bu denli kolay mı? Demek ki kolaymış. Siyasetin batağında içimizdeki sevinç tomurcuklarını da yok etmeye çalışıyorlar. İçimizdeki çocuğu öldürdüler. Sabah kalktığımızda güneşin içimizi ısıtan ışıklarıyla değil bugün neler olacak kaygısıyla uyanıyoruz. Bugün kaç kişi uyduruk, düpedüz sahte ithamlarla adil olmayan adaletin zalim pençesine terk edilecek. Düşünüyorsunuz. Kaç yoksul yine ekmek bulamayacak. Toplumdaki işsiz insanların sayısı daha ne kadar artacak.

Covid-19 salgınında yasaklamalara karşın işyerlerinde hastalığa aldırmaksızın çalıştırılan emekçiler geliyor aklımıza. Onlardaki can kaybı ölçülere sığmıyor. Ne tuhaf gazetecilik mesleğinin evrensel kriterlerini bir anda unutup iktidar gücüne tapan ne de çok gazeteci varmış. Şaşırıyor muyum? Pek şaşırdığım söylenemez. Biliyorum bugün iktidarın gücüne yaslanan bu kişiler darbe dönemlerinde de askerlerin dizinin dibinden ayrılmaz, methiyeler yazarlardı. Aynen şimdi yaptıkları gibi.

Pencereden dışarı bakıyorum. Güneş yavaş yavaş ısıtıyor. Şubat ayını saymazsak bahar neredeyse kapımızı çalacak. Ama bahar bile yüreğimizdeki hüznün giderilmesine yetmeyecek. Bunu da biliyorum. Yine de küçük de olsa bir teselli. Pandemi süresince yasaklarla örülü günlerimizde insan ister istemez anılara gömülüyor. Okuyorsunuz, düşünüyorsunuz, izliyorsunuz. Hemen tümünde anılar var. Mutlu çocukluk anıları. Diyelim ki iktidarda olsun olmasın bütün siyasetçiler keşke çocukluklarında Saint-Exupery’nin “Küçük Prens”ini okumuş olsalar. Hermann Hesse’nin “Siddartha ” sayfalarında dolaşmış olsalar. Bu denli katı, vicdansız, kötücül gözlerle bakabilirler miydi insanlığa ve doğanın getirdiği güzelliklere. Şimdilerde öldürdükleri içimizdeki çocuğu yeniden diriltmenin bir yolunu bulmalıyız. Nasıl olur bilemiyorum ama mutlaka bulmalıyız. Emeğin, paylaşmanın, sevginin ve her şeye rağmen gülümsemenin gücünü arkamıza alarak.

Yazımı yine bir şiirle sonlayacağım. Şiirimizin usta isimlerinden Gülten Akın’a (23 Ocak 1933-4 Kasım 2015) yaş günü armağanı olsun. “Kestim Kara Saçlarımı”

Uzaktı dön yakındı dön çevreydi dön

Yasaktı yasaydı töreydi dön

İçinde dışında yanında değilim

İçim ayıp dışım geçim sol yanım sevgi

Bu nasıl yaşamaydı dön

Onlarsız olmazdı, taşımam gerekti,

kullanmam gerekti

Tutsak ve kibirli - ne gülünç -

Gözleri gittikçe iri gittikçe çekilmez.

İçimde gittikçe bunaltı gittikçe bunaltı

Gittim geldim kara saçlarımı öylece buldum

Kestim kara saçlarımı n’olacak şimdi

Bir şeycik olmadı -Deneyin lütfen-

Aydınlığım deliyim rüzgârlıyım

Günaydın kaysıyı sallayan yele

Kurtulan dirilen kişiye günaydın

Şimdi şaşıyorum bir toplu iğneyi

Bir yaşantı ile karşılayanlara

Gittim geldim kara saçlarımdan kurtuldum