Geçtiğimiz hafta eğitim sistemindeki köklü değişimden bahsetmiştik. Bu hafta da bakanlık makamına gelir gelmez tüm gücüyle kadına yönelik şiddet kanununu çıkarmak isteyen Sayın Fatma Şahin, uzu süren değerlendirme süreci sonunda tasarıyı meclise sunmaya karar verdi. Ancak tasarı ilk oluşum halinden epey farklılık içeriyor ve doğal olarak da sürece dâhil olan STK'lar da bu duruma tepki gösteriyorlar.
En başta tasarının Kadın ve Aile Bireylerinin Şiddetten Korunmasına Dair olan adının Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesi olarak değiştirilmesine itiraz ediliyor. Buradaki kelimelerin değiştirilmesi, önceliğin kadına değil ailenin korunmasına verileceğini gösterdiği için rahatsızlar. Kadını birey olarak kabul etmekten çok aile sistemi içinde bir eleman olarak görme yanılgısına düşürecek endişesi var. Haksız da sayılmazlar. Çünkü bu durumda evli olmayan kadını, nişanlı, sevgili, boşanmış ya da birlikte yaşayan kadınları korumanın mümkün olamayacağı gerçekliği var ortada.
İkinci olarak, tasarı metninden toplumsal cinsiyet eşitliği, kadının insan hakları, kadın erkek eşitliği gibi kavramların ve uluslararası sözleşmelerin ayıklanmasına da tepki gösteriyorlar. Çünkü hiçbir uluslararası anlaşmayı referans almayan tasarının bu haliyle etkisizleştirildiğini ileri sürüyorlar.
Son olarak da tasarının 8 Mart Kadınlar Gününe yetiştirilmeye çalışılması da tepki çekiyor. Bakanlığın adından çıkarılan, tasarıdaki sıralamada ikinciliğe düşen kadına yönelik şiddetin önlenmesi yasasının kimseyi memnun etmeyen bu haliyle parlamentodan geçmesi biraz manidar bulunuyor.
Sürecin her adımını yakından takip eden kadın kuruluşları ve çeşitli kadın platformları tasarının geçirdiği değişimden mutsuzlar. Özellikle kadının birey olarak kabul edilmediği, aile dışında kadını tanımayan dolayısı ile koruyamayacak bir yasanın kimseyi memnun etmesi mümkün değil. Bu durumu 4+4+4 ile bir araya getirdiğinizde ortaya çok ürkütücü bir manzara çıkıyor.
Geçen haftalarda gazetelerde çıkan bir haber dikkatinizi çektiyse eğer, bir öğrencinin başarısının %50'sinin genetik kalıtımla, %30'unun öğretmenin niteliğiyle, sadece %10'unun ailenin ekonomik durumuyla ilgili olduğunu görmüşsünüzdür. Peki, kalıtımın nasıl oluştuğu hakkında bir fikri olan var mı? Genetik değiştirilemez bir girdi değildir. Zaman içinde insanoğlunun genetiği değişmiştir ve bunu da çevreye uyum sağlama becerisi ile sağlamıştır. Yani iyi beslenme, iyi eğitim, iyi çevre kaderinizi yeniden şekillendirebilir. O zaman yeni nesillere bu iyileri sunmak bizim görevimiz olmalı. İyi bir çevrede, iyi eğitilmiş ve iyi beslenmiş ebeveynlere sahip olmalarını sağlamalıyız. Şiddetin en banal düzeyi olan fiziksel şiddeti kesinlikle aile ortamlarından, okullardan kazımak zorundayız. Bunun yolu şiddet mağdurlarını korumak, failleri ağır cezalar ile caydırmak ve eğitmek olmalıdır.
Sağlıklı bir toplum için, toplumun temel taşı olan ailenin sağlıklı olması sağlanmalıdır. Son yıllarda artan şiddet olayları ve özellikle kadına yönelik şiddetin ulaştığı boyut göz önüne alınırsa, kadının şiddetten korunması, kadının eğitimi çok daha fazla önem kazanmıştır. Kadın haklarını bilmeli, kadın kendi başına ayakları üzerinde durabilmeli, birey olarak kendi hayatını idame ettirebilmeli ki çocuklarına sağlıklı bir ortamı sağlamayı başarabilsin. Kadın eğitimli olacak ki çocuklarının eğitimine gereken önemi ve desteği verebilsin. Bu nedenle hem eğitim sistemindeki yapısal değişiklik hem de kadına yönelik şiddetin önlenmesine dair yasa tasarısının geleceğimizin toplumunu şekillendirmede çok büyük önemi var. Ne yazık ki toplumsal değişimler bugünden yarına görülemediği ve hissedilemediği için, bugün yapılacak yanlışlıkların sonucu 10 yıl sonra ortaya çıkacak. Tam da bu yüzden her iki tasarıya da STK'ların tepki göstermesini, endişe duymasını haklı buluyoruz. Bu değişimler çok iyi düşünülerek, tüm artıları ve eksileri ile iyi değerlendirilerek planlanmalı.
İyi haftalar,
Umut Vakfı