Bu cümle hangi kanunun hangi maddesinde yazılıdır?

Devlet hafızasını siliyor, gerçekleri ve hak ihlallerini belleğinden itinayla temizlemeye çalışıyor. İnsan haklarının ihlalinin önlenmesi devletin yükümlülüğü olduğu halde yapılmak istenen “sicil temizliği” sadece silmekle mümkün değildir.

İstanbul Sözleşmesinin kabulünde önemli rol oynayan AİHM’sinin Opuz/Türkiye kararını hatırlayalım. Diyarbakır’da yaşayan başvurucu Nahide Opuz, annesinin dini nikâhlı eşinin oğlu H.O. ile evli ve üç çocuklu bir kadındır. AİHM’sinin Opuz kararı başvurucu N. Opuz’un annesinin ölümüyle sonuçlanan ev içi şiddet olayları hakkındadır ve kadına yönelik şiddet davalarındaki içtihatlarından farklıdır.

AİHM, Sözleşmenin 2. Maddesi ile korunan yaşam hakkının ihlal edildiği sonucuna varmıştır. Devlet pozitif yükümlülüklerini yerine getirmemiştir. Başvurucunun vücut bütünlüğü ciddi şekilde ihlal edilmesine rağmen kamu görevlileri Başvurucuyu korumaya yönelik etkili ve caydırıcı önlemler almamıştır. Bu nedenle Mahkeme AİHS’nin 3. maddesinin (işkence yasağı) ihlal edildiğine karar vermiştir.

“Sonuç olarak AİHM, hükümetin son yıllarda gerçekleştirdiği reformlara rağmen hukuk sisteminin bütünündeki tepkisizlik ve cezasızlık dikkate alındığında Türkiye’nin ev içi şiddetle mücadele etme kararlılığının olmadığı bulgusuna ulaşmıştır. Bu bulgu Mahkemeyi, Başvurucu ve annesinin kadına yönelik ayrımcılık biçimlerinden biri olan toplumsal cinsiyet temelli şiddet mağduru olduğu tespitine ve 2. ve 3. maddeyle bağlantılı olarak 14. maddenin (ayrımcılık yasağı) ihlal edildiği sonucuna götürmüştür.”[i]

Bu karar sadece ve sadece kadına şiddetin önlenmesinden ibaret bir karar değildir.

AİHM’si Opuz / Türkiye kararında “aile içi şiddet” hakkındaki bakış açısını şöyle açıklamıştır: “Ancak, bu meselelere girmeden önce Mahkeme’nin, fiziksel veya psikolojik şiddetten sözlü tacize kadar çok çeşitli biçimler alabilen aile içi şiddet konusunun somut davanın koşulları ile kısıtlı kalamayacağını vurgulaması gerekmektedir. Aile içi şiddet tüm üye Devletleri ilgilendiren ve genellikle kişisel ilişkiler içerisinde veya kapalı çevrelerde yaşandığından her zaman gün yüzüne çıkmayan ve etkilenen tarafın sadece kadınlar olmadığı bir genel sorundur. Mahkeme erkeklerin de aile içi şiddet mağduru olabileceğini ve hatta çocukların da genellikle bu durumdan, doğrudan veya dolaylı bir biçimde etkilendiğini kabul etmektedir. Dolayısıyla Mahkeme somut davayı incelerken söz konusu sorunun ciddiyetini hatırda tutacaktır.”

Cezasızlık sistemin sorunudur. Devam ettikçe hak ihlalleri çoğalmıştır, daha da artacaktır.

AİHM’sinin Opuz/Türkiye Davası (Üçüncü Daire Başvuru No: 33401/02. 9 Haziran 2009) gerekçesini unutmak istemek başka bir şeydir bu kararın utancını taşıyan ülke olmak başka…

Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi (CEDAW) BM Genel Kurulu tarafından 1979 yılında kabul edilmiş bir Sözleşmedir ve Türkiye tarafından 19 Ocak 1986’da onaylanmıştır.

CEDAW kadına yönelik şiddeti şu şekilde tanımlamaktadır: “...siyasal, ekonomik, sosyal, kültürel, kişisel veya diğer alanlardaki kadın ve erkek eşitliğine dayanan insan haklarının ve temel özgürlüklerin, medeni durumları ne olursa olsun kadınlara tanınmasını, kadınların bu haklardan yararlanmalarını veya kullanmalarını engelleme veya hükümsüz kılma amacını taşıyan veya bu sonucu doğuran cinsiyete dayalı herhangi bir ayrım, dışlama veya kısıtlama”.

Devletlerin başta gelen yükümlüğü kadınlara karşı ayrımcılığın her biçimini yasaklamaktır.

Daha sonra iç hukukumuzda 6284 sayılı Kanunun esas gerekçesinde yer alacak olan 19 No’lu Genel Tavsiye Beyanındaki açıklamalarında CEDAW Komitesi şu görüşleri dile getirmiştir: “...6. Sözleşmenin 1. maddesi kadına yönelik ayrımcılığı tanımlamaktadır. Buna göre ayrımcılık toplumsal cinsiyete dayalı şiddeti, yani bir kadının sırf kadın olması nedeniyle maruz kaldığı veya kadınları artan oranlarda etkileyen şiddeti de içermektedir. Bu şiddet, kadına fiziksel, ruhsal ya da cinsel yönden zarar veya acıya neden olan davranışları, bu davranışlara ilişkin tehditleri, zorlamayı ve özgürlüklerin kaybedilmesine neden olan diğer davranışları kapsamaktadır. Toplumsal cinsiyete dayalı şiddet, ilgili Sözleşme hükümleri açıkça şiddeti vurgulamasa da, bu hükümlerin ihlal edilmesi anlamına gelmektedir.”

Avrupa Konseyi İstanbul Sözleşmesine gelince…

Sözleşme’nin orijinal başlığı Kadınlara Yönelik Şiddet ve Ev İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye Dair Avrupa Konseyi Sözleşmesi’dir. Türkçe ’ye “Kadınlara Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye Dair Avrupa Konseyi Sözleşmesi” olarak çevrilmiştir.

46 devletin imzacısı olduğu ve ilk defa Türkiye tarafından 11 Mayıs 2011 tarihinde Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Fatma Şahin tarafından imzalanan Sözleşme 24.11.2011 kabul tarihli 6251 sayılı Onay kanunu ile iç hukukumuzda kanun niteliğindedir (R.G. 8.3.2012 28277 Mükerrer).

Amacı nedir? Taraf devletlerin amacı kadınları her türlü şiddetten korumaktır. Kadına yönelik şiddet ve aile içi şiddeti önlemek, ortadan kaldırmak, kovuşturmak, mağdurlarını korumak ve destek vermektir. Amaç kadınlara karşı her türlü ayrımcılığın ortadan kaldırılmasıdır. Kadınların güçlendirilmesi yoluyla kadın ve erkek arasındaki somut eşitliği teşvik etmek, kapsamlı politikalar üretmektir.

Sözleşmeye göre, "Kadına yönelik şiddet" denilince; ister kamusal ister özel alanda meydana gelsin, kadınlara fiziksel, cinsel, psikolojik ve ekonomik acı veya ıstırap veren veya verebilecek olan cinsiyete dayalı her türlü eylem veya bu tür eylemlerle tehdit etme, zorlama veya keyfi olarak özgürlükten yoksun bırakma anlamına gelir. Kadına yönelik şiddet insan hakları ihlalidir ve kadınlara yönelik ayrımcılığın bir biçimidir.

Sözleşmede yazılı “aile içi şiddet", mağdur faille aynı haneyi paylaşsa da paylaşmasa da, aile veya hanede, eski veya şimdiki eşler ya da partnerler arasında meydana gelen her türlü fiziksel, cinsel, psikolojik ve ekonomik şiddet demektir.

Sözleşmeye göre "mağdur"; belirlenen davranışlara maruz kalan gerçek bir kişidir. "Toplumsal cinsiyet" ise, toplum tarafından kadın ve erkeğe yüklenen ve sosyal olarak kurgulanan roller, davranışlar ve eylemler demektir.

Bu Sözleşme, kadına yönelik şiddet ve aile içi şiddetle mücadele için öngörülen düzenlemeleriyle devlet kurumlarına ve görevlilerine kadına karşı şiddet uygulanmasını önleme görevi yüklemektedir.

Suçların kabul edilemez gerekçelerinden olan sözde "namus" adına işlenen suçlar da dâhil olmak üzere bu sözleşmenin tarafı olan devletler; şiddet eylemlerinden herhangi birinin gerçekleşmesinden sonra başlatılan cezai soruşturma ve kovuşturmalarda kültür, örf ve âdet, gelenek veya sözde "namus"un bu eylemlerin gerekçesi olarak kabul edilmemesini sağlamak üzere gereken yasal veya diğer tedbirleri alacaktır. Bunlar arasına, özellikle, mağdurun; kültürel, dinî, toplumsal ya da geleneksel olarak kabul gören uygun davranış normlarını ve âdetlerini ihlal ettiği iddiaları da dâhildir.

Bu sözleşmenin taraf devletler tarafından etkili bir şekilde uygulanmasını sağlamak amacıyla özel bir izleme mekanizması kurulmuştur. Sözleşmeye taraf devletlerin vatandaşları arasından seçilen en az 10 ve en çok 15 üyeden oluşan ve "GREVIO" olarak anılan uzman eylem grubu sözleşmenin taraf devletlerce uygulanmasını izlemek ve rapor hazırlamakla görevlidir.

Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi, AİHM / Opuz kararını 12 Mart 2015 tarihine kadar standart izleme usulüne göre takip etmekteydi. Bakanlar Komitesi, 12 Mart 2015 tarihli toplantısında Hükümetin 2005-2010 tarihleri arasında aldığını bildirdiği önlemlerin etkisiz olduğu tespit etmiştir. Bu nedenle “kararın gereklerinin yerine getirilmesinde yaşanan ciddi gecikme dolayısıyla Opuz kararını nitelikli izleme usulüne almaya karar vermiştir.”

Ulusalüstü sözleşmelerde yazılı olanlar 6284 sayılı Kanunun gerekçesidir. TBMM’ne Başbakan Recep Tayyip Erdoğan imzasıyla 24.02.2012 tarihinde sunulmuştur. 8 Mart 2012 kabul tarihli 6284 sayılı “Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun” kabul edilmiştir (R.G. 20.3.2012-28239).

İstanbul Sözleşmesi bu kanunun hem gerekçesidir hem de kanunun 1. maddesidir. Kanunun sadece “Amaç, kapsam ve temel ilkeler” başlıklı 1.inci maddesine bakalım:

“MADDE 1- (1) Bu Kanunun amacı; şiddete uğrayan veya şiddete uğrama tehlikesi bulunan kadınların, çocukların, aile bireylerinin ve tek taraflı ısrarlı takip mağduru olan kişilerin korunması ve bu kişilere yönelik şiddetin önlenmesi amacıyla alınacak tedbirlere ilişkin usul ve esasları düzenlemektir.

(2) Bu Kanunun uygulanmasında ve gereken hizmetlerin sunulmasında aşağıdaki temel ilkelere uyulur:

a) Türkiye Cumhuriyeti Anayasası ile Türkiye’nin taraf olduğu uluslararası sözleşmeler, özellikle Kadınlara Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi ve yürürlükteki diğer kanuni düzenlemeler esas alınır. (…)”

19 Mart 2021 tarihli 3718 sayılı Cumhurbaşkanı Kararı ile “Kadınlara Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye Dair Avrupa Konseyi Sözleşmesi”nin Türkiye Cumhuriyeti bakımından “feshedilmesine” karar verildi.

Kararın gerekçesi yoktur.

6284 sayılı Kanundaki 1. Madde kalktı…Şimdi ne olacak?

46 devletin imzacısı olduğu ve ilk defa Türkiye tarafından 11 Mayıs 2011 tarihinde Türkiye tarafından imzalanmış olan İstanbul Sözleşmesinden karardan üç ay sonra hukuken tartışmalı Cumhurbaşkanı Kararıyla çekilmiş mi oluyoruz?

Türkiye’de kadına yönelik şiddette cezasızlık sorununun gün geçtikçe büyüdüğünü herkes biliyor. Ölümleri saymaya, cinayetlerin çetelesini tutmaya devam ediyoruz.

AİHM’si Opuz/Türkiye Kararı kadına yönelik şiddeti ortadan kaldıramayan Türkiye hakkındaki insan haklarının ihlali kararıdır. Şiddete karşı gereken tedbirleri almak ve kadına karşı şiddet ve cinayetleri ortadan kaldırmak Devletin görevi olmasına rağmen devlet görevini yapmamakla insan hakkını ihlal etmiştir. Türkiye’de ayrımcılığın önlenmesinde siyasi irade yoktur.

Türkiye’de kadına yönelik şiddetle mücadeleyi esas alan temel insan hakkı Sözleşmesinden bir gece yarısı vazgeçen siyasi irade Sözleşmeden çıkma kararı vermiştir. Sonuç çok açıktır. Kadına yönelik şiddeti önlemeye/ortadan kaldırmak için elverişli adımlar atılmayacaktır. İnsan hakları sorundur, bundan sonra şiddetin artacağı bir ortamın mağdurları kadınlar ve çocuklar olacaktır. Kimse şaşırmayacaktır.

Daha dün açıklanan “İnsan Hakları Eylem Planı”nı kâğıt parçası olmaktan çıkarmayı vaat eden siyasi iradenin amacı; insan haklarına dair temel insan hakları sözleşmelerini feshetmekten geçiyorsa eğer; insan hakları siciliniz kötülükleri çoğaltacak, baskıyı artıracak demektir.

Hakikatler, gün ışığında yönetimdir. İz bırakan temel insan hakları ihlalleriyle yüzleşmek devlet için görevdir, sorumluluktur, hesap verebilirliktir.

 

[i] “Opus Kararının Uygulanması / Başvuru No: 33401.02 / 9 Haziran 2009) / İzleme Raporu” İnsan Hakları Ortak Platformu (İHOP) A.Ü. Siyasal bilgiler Fakültesi Ar. Gör. Nisan Kuyucu’nun hazırladığı Rapordan