Konumu, doğal güzellikleriyle ve tarihiyle dünyanın sayılı kentlerinden biridir İstanbul. Bu güzel kent şimdilerde Cumhur İttifakının hışmına uğramaktan kendini kurtaramıyor. Çünkü milli irade bu kentin yönetimini Cumhuriyet Halk Partisi’ne vermiştir de ondan. Nüfusu 20 milyona yaklaşan İstanbul’un belediye başkanlığını üstelenen Ekrem İmamoğlu’na iktidarın baskı ve sataşmalarını ısrarla sürdürdüğünü, çalışmalarını engelleme konusunda hiç duraksamadığını görüyoruz. Aslına bakarsanız, iktidarın uzun yıllardır kent üzerinde yaptığı tahribatı görmemek mümkün değil. İstanbul bu sürede betona boğulmuş, yeşillikleri, ağaçları, alanları betona kesmiştir.

Kentte cumhuriyet tarihinin imzasını atan mimarların eserleri görmezden gelinirken, yeşil alanlar AVM denilen ucubelere dönüştürülmüştür. Kentteki cumhuriyet kazanımları bir bir geri alınmaya çalışılmıştır. Atatürk Kültür Merkezi, Taksim Alanı, İstanbul’u Anadolu’ya bağlayan tarihi Haydarpaşa Garı bir çırpıda aklıma takılanlardan bazıları. İktidar şimdi de kentin kültür belleği İstanbul Radyosu’nun simgeleşmiş binasını depreme dayanıksız gerekçesiyle çalışanlarından ayırmak istiyor. İstanbul Radyosu’nun alınması daha öncede iki kez denenmiş ama bu kültür abidesine dokunulamamıştır.

Otuz yıla yakın İstanbul Radyosu’nda ve İstanbul Televizyonu’nda görev yaptım. İstanbul zorlu depremler yaşarken hem radyo binasının hem de Ulus’taki binasının içinde bulundum. Hiç de depreme ilişkin bir tehlike yaşanmadı. Şimdi eğer öyle bir tehlikeden söz ediliyorsa deprem raporunun radyo çalışanlarıyla paylaşılması gerekir. Ayrıca bu ayrılığın geçici olup olmadığı da çalışanlara açık seçik bir biçimde anlatılmalıdır. Çünkü o binanın asli sahipleri çalışanlarıdır. O bina kentin bir kültür adasıdır. Salih Akgöl, Baki Süha Ediboğlu, Faruk Yener, Doğan Soylu, Feridun Fazıl Tülbentçi ve Dr. Erdoğan Saydam gibi İstanbul’un görgü ve kültürünü benimsemiş insanların hangi kuşaktan olursa olsun radyo çalışanlarına bir mirasıdır. Bana öyle geliyor ki şimdi bu miras yok edilmek isteniyor.

Cumhur İttifakı yeni yılda yeni reformlar getireceğini muştuluyor (!) Oysa 2002’den beri iki yılda bir reform sözcüğünü ağızlarından düşürmeyenlerin iktidarında ne insan haklarında, ne adalette, ne de ekonomide insan odaklı bir reform gerçekleşmiştir. Tam tersine her şey daha kötüye gitmiş yoksul daha yoksullaşmış, zengin daha da zenginleşmiştir. Adalet mekanizması ise işlemez duruma gelmiştir. İnsan haklarında en ufak bir ilerleme görülmemektedir. Dış politikada ise ülke yalnızlığa itilmiştir. Yaşadığımız şu salgın günlerinde sağlık sorunlarının halktan gizlendiği ayan beyan ortaya çıkmıştır.

Daha geçenlerde Sağlık Bakanlığı’na soru yönelten bir gazeteci Sağlık Bakanlığı’nın WhatsApp grubundan çıkarılmıştır. Cumhurbaşkanı’na gazeteci olarak soru soramıyoruz. Yardımcılarına, bakanlara soru soramıyoruz. Peki, gazeteci ülkede olan biteni, Pandemi konusunda geldiğimiz noktayı kamuoyuna nasıl iletecek, sadece tek yanlı iktidar açıklamalarıyla mı?

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi evrensel hukukun zirvesidir. Buradan çıkan kararların çağdaş tüm ülkelerde uyulması gerekli kararlar olduğu açıktır. Biz temsilci gönderdiğimiz Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ni bile tanımıyoruz. Giderek otoriterleşmeye kayan bir yönetim biçiminden endişe duymamak mümkün değil. İç barışın kaybolduğu, halklar arasında bölünmenin her gün biraz daha arttığı bir toplumda insanlar artık sağlıklı düşünme yeteneğini de kaybediyorlar. Yeni yılın eşiğinde bütün bunları konuşmak gerek. Siyasetçilerin kavga yerine ülkenin sorunlarına çözüm getirecek önerilerle bir noktada buluşmaları gerekiyor. Yoksa koca bir ulusun tarihine, geçmişine yazık olacak. Toparlanmamız gerek. Dileyelim 2021 toparlanma zamanı olsun.

Yazıyı her zamanki gibi bir şiirle bitirelim istedim. İstanbul Radyosu’nun uzun yıllar yöneticiliğini yapan Baki Süha Ediboğlu aynı zamanda şiirleri seçkilerde de yer alan iyi bir şairdi. Onun bir şiiriyle yazıya son verelim. Anısına saygıyla: “Karanlıkta Geçen Gemiler”

Bir deniz gecesinde unuttuğun şarkıyı

Kıyı kıyı topluyor hafızan

Masmavi göğün altında

Yıldız mahşeri

Dalga dalga açılan

Bulut bulut toplanan

Davut peygamberin olmalı

Şu duyduğun mezamir

Şu beyaz çıplak

Ölümü unutturan kadın

Aşkı bölüştüğümüz sofrada

Zeliha olmalı

Ben sevdiğim kitapları bitirdim

Her satırda seni görerek

Her yıldız bir şarkı söyledi

Her şarkıdan bir kalp ağrısı kaldı

Karanlıkta geçen gemiler gibi