Ülkemdeki sıkıntılar, bireylerin üzerine binen acılar bitmek bilmiyor. Şöyle bir düşündüm ne denli çok kirlilik birikti etrafımızda. Bilgi kirliliği, siyaset kirliliği, hava kirliliği, çevre kirliliği, gürültü kirliliği, dedikodu kirliliği… Eklemekte duraksadığım insani duyguların dışarı taşırdığı daha nice kirlilik. Salgın alabildiğine sürüyor. Hemen her gün bir iki değerli doktoru ya da sağlık emekçisini yitirdiğimiz salgında artık onların acılarını paylaşmak dışında bir şey gelmiyor elimizden. İktidarın senden benden politikası ile böldüğü, darmadağın ettiği toplumda sağlıkçıları ellerinden tutacak bir kurum ne yazık ki ortada görünmüyor. Sağlık Bakanı mı? Sayın Bakan bir muhalefet liderinin dediği gibi “Sadece Cumhurbaşkanının ağzına bakıyor,” ülkenin gerçekleriyle, doğrularıyla işi yok. Halka masal anlatmayı seviyor bir de tweet atmayı.

Son günlerde emekçi kesimin hiçbir sıkıntılarının bulunmadığını, ülkede yoksulluktan söz edilemeyeceğini söyleyen bakanlarımız da var. Türkiye’nin ekonomik hal ve gidişinin fevkalade iyi olduğunu üstüne basa basa vurgulayan bakanlar da…

İktidar pandemi dönemini de kendi siyasi çıkarlarına göre yönetmekte başarılı. Pandeminin arkasına gizlenerek toplumu bir yasaklar cennetine çevirmekten geri durmuyorlar. OHAL döneminde bireylerin askıya alınan temel hak ve özgürlükleri şimdi de pandemi gerekçesiyle aynen devam ediyor, hatta daha da ağırlaşarak.

İkinci Dünya Savaşı’nda onulmaz acılar çeken, Nazilerce aşağılanan, ırkçılığın kurbanı bir insanlık vardı ortada. Bu korkunç savaştan hemen sonra, 1948’de Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Özgürlük Belgesini açıkladı. Belgede tüm insanların eşit olduğu vurgulanıyor, ırkçılığa, her türlü ayrımcılığa son verilmesi için bütün uluslara çağrı yapılıyordu. Bizde oldum olası geçiştirilen sıradan bir gündür 8 Aralık 1948. Çünkü onca yıldır biz insan haklarına saygıyı, kadın erkek eşitliğini, ayrımcılığa karşı durmayı becerebilmiş bir toplum haline gelemedik.

Gelip geçen her iktidar, özellikle de son iktidar insanların haklarını, özgürlüklerini kendi çıkarlarına göre kesip biçti. Başka bir deyişle gasbettiler. Şimdilerde adalete hak aramak için başvurmaya bile korkuyor insanımız. Çünkü adalet mekanizması işlemiyor. İşlediği zaman da haktan yana, yurttaştan yana, özgürlükten yana değil iktidar ve yandaşlarından yana işliyor.

Aslında yazılacak, konuşulacak çok fazla şey de yok. Ülke bir karanlık içinde, ülke bir zor geçitte. Bütün bu sıkıntılardan kurtulunacak elbette. Şairin dediği gibi “belki yarın belki yarından da yakın” Bu yazıyı da bir şiirle bağlayalım. Behçet Necatigil’i 13 Aralık 1979’da kaybetmiştik. O hiç hocam olmadı ama 1950’li yılların ikinci yarısında edebiyat matinesine gönül veren gençlerin, yani hepimizin değişmez hocasıydı. Behçet Necatigil’i bir kez daha saygıyla anarken onun “Zor Geçit” şiirini birlikte okuyalım.

Sen şu evvelce de yazdım:

Siyah gömleğinle, ince

Olmuyor ki ha deyince

Hayat bütün bütün zalım.

Devran döner Âdem-Havva üstüne,

Dünya evlilikle baki.

Ama hayat dedikleri

Güçleşmekte günden güne.

Seni beni üzen dertte

Çarpar bir milletin kalbi,

Halkın çoğu bizim gibi

Bunun lafını etmekte.

Geçer hepsi geçer elbet,

Daralmış gönüller ferahlar.

Gelir o eski sabahlar,

Memleket eski memleket.