Anayasa Mahkemesi, Mustafa Balbay (Başvuru No 2012/1272) ve Mehmet Haberal (Başvuru No: 2012/849) bireysel başvurularını 04.12.2013 tarihinde karara bağladı.

AYM’si, seçilme hakkının ihlal edildiği ve tutukluluğun makul süreyi aştığı iddiaları yönünden iki başvururun da “Kabul Edilebilir Olduğuna”;

1.  Tutukluluğun makul süreyi aştığı iddiasıyla ilgili olarak Anayasa’nın 67. maddesinin birinci fıkrasıyla bağlantılı olarak 19. maddesinin yedinci fıkrasının ihlal edildiğine,

2. Seçilme hakkının ihlal edildiği iddiasıyla ilgili olarak Anayasa’nın 19. maddesinin yedinci fıkrasıyla bağlantılı olarak 67. maddesinin birinci fıkrasının ihlal edildiğine,

karar verdi. Ayrıca Haberal’ın Cumhuriyet Savcısının yazılı mütalaasının bildirilmediği iddiası yönünden Anayasa’nın 19. maddesinin sekizinci fıkrasının ihlal edildiğine ve M.Balbay’a 5.000,00 TL manevi tazminat ödenmesine hükmetti.

Öte yandan AYM, tutuklanmayı haklı gösterecek somut olay, kuvvetli suç şüphesi olgusu, tutuklanma nedeni bulunmadığı, bilgi mevcut olmadığı halde tutuklandıkları iddiaları yönünden “açıkça dayanaktan yoksun olması” nedeniyle iki başvuruyu da kabul edilemez buldu.   

AYM, Mustafa Balbay’ın adil yargılanma hakkı ile ifade hürriyetinin ihlal edildiği iddiaları yönünden “başvuru yollarının tüketilmemiş olması” nedenleriyle kabul edilemez olduğuna karar verdi.

Mehmet Haberal’ın, tutukluluğa itirazının etkin bir biçimde incelenmediği iddiasıyla ilgili olarak; tutukluluğa itirazın duruşmalı olarak incelenmediği ve kararın gerekçesiz olduğu iddiaları yönünden Anayasa’nın 19. maddesinin sekizinci fıkrasının ihlal edilmediğine karar verdi. 

AYM’sinin kabul edilebilirlik kararlarının ortak noktası; Anayasanın 19. ve 67 inci maddelerinin karşılıklı ve bağlantılı olarak birbirlerini etkiledikleri için her iki Anayasa maddesi bakımından “ihlal” bulunduğu sonucuna varmış olmasıdır. 

AYM’sinin kabul edilemezlik kararlarının ortak noktası ise; tutuklanmayı haklı gösterecek somut olay, kuvvetli suç şüphesi olgusu, tutuklanma nedeni ve bilgi mevcut olmadığı halde tutuklama kararı verildiği iddiası yönünden “açıkça dayanaktan yoksun olması” nedeniyle başvuruların kabul edilemez bulunmasıdır.

Herkes, kişi hürriyeti ve güvenliğine sahiptir. Tutuklanan kişilerin, makul süre içinde yargılanmayı ve soruşturma veya kovuşturma sırasında serbest bırakılmayı isteme hakları vardır (Anayasa Madde 19).  Vatandaşlar, kanunda gösterilen şartlara uygun olarak, seçme, seçilme ve bağımsız olarak veya bir siyasî parti içinde siyasî faaliyette bulunma ve halkoylamasına katılma hakkına sahiptir (Anayasa Madde 67).

Anayasanın koruma altında bulunan bu iki hakkın birbirini bağlantılı biçimde etkilemesine dayalı olarak hak ihlali bulunduğunu tespit eden AYM kararına göre; kişi milletvekili seçilmişse ve tutukluluk hali “makul süreyi” aşmışsa serbest bırakılmalıdır. Veya kişinin siyasi faaliyette bulunma hakkına eğer kişinin “tutukluluk hali” makul süreyi aşmış olmakla engel oluyorsa; hak ihlal edilmiştir.

Gerekçesi henüz açıklanmadı. Ancak birincisi, Anayasanın 19. Maddesindeki “kişi özgürlüğü ve güvenliği” hakkının ihlal edildiğinin tespiti olmalıydı. İkincisi ise AİHS Ek 1 Nolu Protokol Madde 3 deki serbest seçim hakkı, Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesinin 2. ve 25 inci maddesi ile güvence altındaki siyasal katılım hakkı ile Anayasanın 67 inci maddesindeki seçme, seçilme ve siyasi faaliyette bulunma hakkının ihlal edildiğinin tespiti olmalıydı. Birinci hak ihlali tespitiyle “tutukluluk” hali incelenmiş olacaktı ve neden ihlal bulunduğu,  ikincisi ise siyasal katılım hakkının ne olduğu ve engellenmesi halinde neden hak ihlali olacağı tespit edilecekti. Kısacası hak ihlalleri ayrı ayrı tespit edilmiş olacaktı. Birinin diğerine bağlı olarak neden etkilendiği ve diğer hakkı nasıl etkilediği hakkında bir “ihlal” kararı vermek yerine; her iki hakkın özünün ihlali nedeniyle karar vermek daha uygun olurdu. Bir hakkın sınırlandırılmasının diğerinin ihlali sonucu doğurması yerine, devletin kendisi insan haklarını ihlal etmemelidir. İhlal sonucu doğurmaya neden olacak bir hukuki düzen yaratmamak devletin görevidir. Bir başka deyişle tutuklulukta geçen makul sürenin aşılmış olması yüzünden siyasal katılım hakkının ihlal edilmiş olduğuna karar vermek yerine, “tutuklama” kararı verilmiş olmasının doğrudan bir hak ihlali olduğuna karar vermek daha uygun olabilirdi. Yine de yorum için erken..Kamuoyuna karar açıklandığı an hazır olması gereken gerekçeyi beklemek gerekiyor.  

Anayasanın 19. Maddesine göre; “Her ne sebeple olursa olsun, hürriyeti kısıtlanan kişi, kısa sürede durumu hakkında karar verilmesini ve bu kısıtlamanın kanuna aykırılığı halinde hemen serbest bırakılmasını sağlamak amacıyla yetkili bir yargı merciine başvurma hakkına sahiptir.” “Her ne sebeple olursa olsun” eğer ortada hürriyeti kısıtlanan bir kişi hakkındaki kararın, yani bu kısıtlamanın kanuna aykırılığı tespit edilirse, bu kişinin “hemen serbest bırakılmasını” istemek hakkıdır ve yargı merciine başvurma hakkı vardır.

Tutukluluk halinin bir hak ihlali olup olmadığı Anayasa ve Sözleşmelerdeki ilkelere göre denetlenmelidir. Tutukluluk halinin bir başka hakkı ihlal etmesi için, tutuklulukta geçen sürenin sadece makul süreyi aşması beklenmemelidir. Siyasal katılım hakkı hangi sebeple sınırlandırılırsa sınırlandırılsın, bu sınırlandırma eğer Anayasa ve Sözleşmelerdeki düzenlemeye aykırı ise hak ihlal edilmiş sayılır. Tutuklama yoluyla siyasal katılım hakkı engellenmemelidir.

İçinde bulunduğumuz hukuk sisteminin ürettiği insan haklarına aykırı olan sorunlar çok ciddidir. Yargı eliyle yaratılan hak ihlalleri ve yargıya olan güvensizlik çığ gibi büyümüştür.

Yargıdan beklenen hak ve adalete uygun olan kararlar üretmesidir. Bu beklentinin aksine, yargının siyasallaştığı endişesine neden olan bir ortam hukuka ve yargıya egemendir.

Bu nedenle siyasallaştığı ve bağımsızlığını yitirdiğine inanılan yargının hukuk yoluyla kurtulması için çaba gösterilmesi gerekirken, aksi olursa yargı çöker ve herkes altında kalır.

İnsanların onurlarını yargı hukuk ve demokrasi yoluyla korumalıdır, ezmemelidir.