Görünce içim bir anda çok tuhaf oldu.
Tüylerim de  diken diken!
Açıkçası titredim.
Kokladım derin derin.
Ellerim ile de  dokundum.
O temas anında öylesine hızlı bir biçimde anılara yolculuk yaptım ki.
Zaman tüneli bile şaşırdı.
Evet evet hatırladım.
Yıl 1968 veya 1969. Herhalde 68’di.
O yıllar benim anlamını tarif edemediğim ve “delikanlılığa merhaba dediğim” dönemlerdi.
Aklımın yukarı ile aşağısı arasında karmakarışık olduğu hey gidi yıllar!
Yer de Zonguldak Baştarla.
 
“Hıçkırık”ı bilir misiniz?
Tabi ki bilirsiniz de!
Herkesin hıçkırığı farklı.
Tatlısı var, acısı var.
Beyazı var, siyahı var.
Pembesi de var hani.
Hıçkırık bu!
Nasıl ve nerede akacağı belli mi olur?
 
Evet o yıllar, yıllar.
O yılarda çok büyük bir furya vardı.
Furyanın adı da aşktı.
Aşk!
Delilik be!
Vallahi de delilik.
Billahi de delilik.
Aşk delilik!
 
O yıllarda tanıdım ben O’nu.
Hıçkırık’ı öyle etkiledi ki beni, diğer yazdıklarını aradım ve buldum.
Okudum… Okudum… Okudum…
Okudukça aşkım derinleşti.
Dağıldım.

**

Yazar Kerime Nadir’den söz ediyorum.
Tüm kitaplarını o yıllarda okuyup dünyasına dalıp gittiğim Kerime Nadir’in ”Aşka tövbe” kitabını gördüğümde içim o anda yeniden  ığıldadı.
İnsan-Gücü Eğitim Müdürlüğü’ndeki yatılı iki yılımı anımsadım.
Kurs, basketbol sahası, dersane, atelye, yemekhane ve demiryolları.
Hafta sonları da, Zonguldak-Kandilli arasındaki üç saatlik gidiş ve dönüşler.
14 lü ve 15 li yıllar.
 
Şimdi düşünüyorum da, iyi ki tanımışım Kerime Nadir’in kitaplarını.
Ne çok şey katmış ve vermiş bana.
O yılların aşk denizinde O’nun satırları ile yüzerken, kazandım okuma sevdasını.
Öyle devirdim yüzlerce kitabı.
Öyle yazdım on binlerce satırı.
Şimdi !
Ferhan Topçu’nun “Aşk olsun”u okumanın ardından,  Kerime Nadir’in “Aşka tövbe”si nasıl da üst üste geldi.
Örtüşme mi?
Tesadüf mü?
Okumaya devam!
Okudukça zenginleşiyor insan.