Camiye gittik öğle namazında.

Gittik ki, bir eşimiz dostumuz, arkadaşımıza son görevimizi yapalım.

Cenaze musalla taşında.

Bakıyorum.

Bakıyoruz!

Elimi tabutuna koyuyorum.

İletişim kuruyorum biz bize.

Derinden haberleşiyoruz sessizce.

Onca dostluk, arkadaşlık, yarenlik, ilkeler, bakış, Ereğli,  Türkiye ve Dünya.

Buluşlar.

Aramak.

Sorgulamak.

Bitmiyor konuşmamız.

Kızgınlarımız da var ara sıcak.

Çarpıklıklar.

Maddiyat.

Yokluk.

Paylaşım.

Sonra sil baştan ve dönüş öze.

Nereye koysan dolmuyor.

Doldur boşalta doğru bıraktığında ise uçsuz bir özgürlük kanatlanıyor kaf dağının eteklerinden.

Renkler renk renk!

Tut!

Sevgiyi.

Duruşu.

Kardeşliği.

Darmadağın et kötülüğü.

Bırakmıyor!

Yapıştı elim tabuta.

Bırakmıyor ki!

Pişmanlıklarını  anlatıyor.

Ne mi diyor?

Varyemez olmasaydım,

Haksızlık yapmasaydım,

Paylaşsaydım,

Paylaştıkça çoğaltsaydım,

Gönüllere yerleşseydim,

Neler diyor!

Söyledi duydum.

Ben söyledim o duydu!

Başka şeyler de dedi.

Sus!

Dedikodu ile işimiz yok!

Nihayet vedalaştık!

Her söylediği, söylediğim aramızda kaldı.

Son noktada;

“Hakkını helal et!” dedi, “helal olsun!” derken, “Sen de helal et!” demeyi unutmadım.

Etti!

Namazını da kıldım.

Sonra da tabutunu koyduk cenaze arabasına.

Ardın sıra baktım.

Ne için bu kavga?

Sorguladım.

Ne için?

**

Haydi, Abbas, vakit tamam
"Akşam" diyordun, işte oldu akşam
Haydi Abbas (haydi Abbas), vakit tamam
"Akşam" diyordun, işte oldu akşam

Kur bakalım çilingir soframızı
Dinsin atık bu kalp ağrısı
Kur bakalım çilingir soframızı
Dinsin atık bu kalp ağrısı”