Güçler ayrılığı nedir?

Yargının etkin gücü olmasını ve bağımsızlığını kabul etmektir. 

Hukuk devletinin olmazsa olmaz birinci koşulu, kuvvetler ayrılığı ilkesinin kabulü ve anayasada yer almasıdır.

İkinci koşul, Yasama ve Yürütme Organlarını “hukukun üstünlüğü” ilkesine uymalarıdır.

Üçüncü koşul ise; Yasama ve Yürütme organlarının tüm işlemlerinin ve tasarruflarının demokratik ve evrensel hukuk kurallarına, anayasaya ve yasalara uygun olmasıdır. Bu uygunluk Yasama ve Yürütme organlarının gerçek anlamda bağımsız yargı organlarının “etkin denetimine açık bulunması” ile sağlanabilir, aksi düşünülemez.   

Güçler ayrılığı budur ve yaşama geçirilmesi, bu üç koşulun sözde ve yazıda kalmamasına bağlıdır.

Gazete haberlerine göre, Danıştay'ın 144. kuruluş yıl dönümü dolayısıyla 11.05.2012 tarihinde TBMM'de verilen kokteylde, nükleer santrallere ilişkin soru üzerine, Bakan Yıldız “yasamanın, yürütmenin ve yargının yeknesak bir halde olduğunu görüyoruz. Bu bizim için sevindirici bir durum.” demiş. Demek ki, güçler arasında Bakan’ın gördüğü ve bildiği bir durum var…

Gazeteciler “Danıştay bunun da yürütmesini durdurabilir mi?” sorusuna ise ”Yargıyla alakalı fikir yürütmek gibi bir durumumuz olamaz. Biz yalnızca izleriz” diye yanıtlamış.

Danıştay Başkanı Sayın Hüseyin Karakullukçu ise aynı soruyu, ”Ne varsa durduruyoruz. Yok, durdurma yok artık. İlerleme var. Ben espri yapıyorum siz ciddiye alıp yazıyorsunuz. Devletin, milletin lehine ne varsa yapılacak. Bunun lamı cimi yok. Öyle bir şey mi var? Onu durdur, bunu durdur. Durdurduk ne oldu? Bir şey görelim, beğenmezsek...” diye esprili sözlerle yanıtlamış (Gazeteler ve A.A haberi) 

Yaklaşık 6 ay önce 15 Kasım 2011’de Danıştay Başkanı Hüseyin H. Karakullukçu, “Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin Türkiye Hakkında Verdiği İhlal Kararlarına Esas Alanların Tespiti ve İhlallerin Ortadan Kaldırılmasına Yönelik Çözüm Önerileri”  konulu çalıştay açılışında yaptığı konuşmasında hukuk devleti ve hukukun üstünlüğü ilkesinden bahsetmişti.

Konuşmasını çok çabuk unuttu.

Ne dediğini şimdi hatırlamıyor olabilir. Konuşmasında “…Türkiye Cumhuriyetinin insan haklarına saygılı bir hukuk devleti olduğu, 125’inci maddesinde de idarenin her türlü eylem ve işlemlerine karşı yargı yolunun açık olduğu vurgulanmıştır. Temel hak ve hürriyetlerin koruma altına alınması ve idarenin faaliyetlerinin hukuka uygunluğunun yargı denetimine tabi tutulması, hukuk devletinin asgari gereklerindendir. İşte bu noktada, idari yargının temel işlevi ön plana çıkar.  İdari yargı, her türlü yetkiyle donatılmış yürütme gücü ile bireylerin hakları ve menfaatleri arasında hukuki bir denge kuran ve bireylerin hak ve menfaatlerini korumak üzere anayasal yetkilerle donatılan müstakil bir yargı koludur.”  demişti. Sözlerini unuttu.

Demek ki dediği gibi değilmiş. Demek ki Danıştay Başkanına göre, Türkiye Cumhuriyeti insan haklarına saygılı bir hukuk devleti olmadığı gibi, idarenin her türlü eylem ve işlemlerine karşı yargı yolu açık değilmiş, olmamalıymış.  

AİHM kararlarına büyük önem verdiklerini konuşmasında ifade eden Danıştay Başkanı, “temel hak ve hürriyetlerin korunması konusunda, uluslararası standartlar ve prensiplerin takibi amacıyla” görev yapmak üzere Danıştay üyeleri ile tetkik hakimlerinden oluşan bir “İnsan Hakları Komitesi” kurulduğunu duyurmuştu. Danıştay’da eğer oluşturulmuşsa, “Adil Yargılama Komisyonu”,  Danıştay Başkanı’nın 10 Mayıs 2012’de Danıştay'ın 144. Kuruluş Yıldönümündeki konuşmasına ne der acaba?

Danıştay Başkanı, güçler ayrılığını, “temel hak ve özgürlüklerin korunması için devlet gücünün değişik organlar arasında bölünmesi” olduğunu, “bir tek gücün keyfi yönetimindeki zorbalığı” önlediğini, “güçlerin çatışması” olmadığını ve bu şekilde uygulanamayacağını söyledi.   

Güçler ayrığını “medeni işbölümü” olmasına karşın, “yürütme ile yargı arasında dengenin bu güne kadar tam olarak oturduğunu”  ileri sürmenin “pek mümkün” olmadığını ifade etti.  

Danıştay Başkanına göre: “Yargı, diğer iki erk tarafından yapılan tasarrufların hukuka uygunluğunu denetlemek ve gerektiğinde bunlar hakkında iptale varacak yaptırımlar uygulamak ile görevlendirilmiştir. Yargı, bu görevini yerine getirirken diğer erklerin yerine geçmeyecek ve onları işlevsiz bırakmayacak şekilde karar vermek durumundadır. Bir başka anlatımla, diğer erklerin yerine geçerek icrai karar niteliğinde algılanabilecek yargısal kararlar verilmemelidir.”  

Danıştay Başkanına göre, Danıştay denetimi “diğer erkler için katlanılabilir bir durum olmalıdır”.  

Yani, Yürütmenin yargısal denetimi “katlanabilir” olmalıdır ve Yürütmeyi rahatsız etmemelidir. Danıştay aldığı kararla eğer yürütmeyi işlevsiz kılarsa(!) Yürütme organı rahatsız olur. Oysa böyle bir “durum” yaratılamaz. Aksi takdirde Danıştay “diğer erklerin yerine geçerek icrai karar nitelinde algılanabilecek yargısal karar” vermiş olur(muş)(!)…

Ne demeli? Nasıl değerlendirmeli?

Danıştay’ın başındaki Yargıç, kuvvetler ayrılığını kabul etmiyor. Artık güçler ayrılığı yok. Yargısal ve/veya Danıştay denetimiyle Yürütme organı rahatsız edilmeyecektir ve artık yürütmenin kararları “işlevsiz” bırakılmayacaktır.  Artık her şey başından bellidir. Yargı, yürütmeyle uyum içinde olacaktır.

Danıştay’da iş yoğunluğu ve davalar azalacaktır. Çünkü Danıştay’ın işlevi artık Yürütmeyi rahatsız etmemektir.

Danıştay Başkanının söylediği gibi bir “hukuk devleti” olmaz.

Ama Danıştay Başkanının söylediklerine şaşmamalıyız. Malumun ilanıdır.

Hiç espriden de anlamıyorsunuz.

“Ne varsa durduruyoruz. Yok, durdurma yok artık. İlerleme var.(…) Onu durdur, bunu durdur. Durdurduk ne oldu?”