Yine bir çoklarına  masal gelecek ama geçmişten siyasi  manzaralara gidelim mi?
Gündem;   seçim atmosferi ile işgal edilmişken, “eh iyi gelir!” diyenleriniz olacak.
Yazacaklarım “delikanlı” siyaset üzerine.
Kimilerine göre, siyasette “delikanlılık sökmez” olabilir.
Olsun.
Söker veya sökmez biz  yine de “delikanlılığa” vurgu yaparak ağızlarımızı tatlandıralım. 

**
Seçim demek ne demek?
Sandık elbette.
Sandık da, sandığa önce gireceksin ve sonra da o kutudan çıkmaya çalışacaksın.
Girmek kolay da, çıkmak zor.
Çıkabilmenin tek yolu oy.
Oy kimde?
Halkta.
Halkın sandığa hem sokup hem de çıkarabilmesinin tek yolu da partilerin programında yazılanlar. 
Program neyse o.
Her siyasal görüşün programı da farklı.
Çeşit çeşit.
Sağdan sola kadar uzanan yelpazenin ırkçı olanı da, dinci olanı da var tabi ki arada.
Onlarsız olmaz!
Olmuyor da!

**
Halk görüşler arasındaki farkı öğrenmek ister.
Bilgi ve güvene dayalı vitrini iyi süzmek ister.
Bunun yolu ne?
Seçim çalışmaları.
Mitingler, köy kahve toplantıları, yemekler, kahvaltılar, basın ile yürütülen çalışmalar, bildiriler, sesli ve görüntülü yürütülen tanıtımlar falan filan.
Hah şimdi burada “ah eskiden siyaset bile çok tatlıydı” diyeceğim.
Özünde ve nispeten “delikanlı siyaset” olan o eskiden, tüm görüşler bir masaya yatırılır ve her görüşün sahibi de, rakibinin karşısında düşüncelerin savunurken, karşı düşüncelere neden karşı  olduğunu ifade ederdi.
Mertçe.
Yüzyüze.
Kimi zaman bir yumruk (masaya tabi) bile seçimi öyle etkilerdi ki, ekran başındakiler “helal olsun!” diye alkış bile tutar, tarihe geçen iz bırakılırdı. 
Hemen örneğini vereyim; Kenan Evren’in 12 Eylül’ü tezgahlayanların lideri olarak ülke yönetimine el koyduğu dönemden özel izinli çıkışta, adayları ve partileri  cuntanın belirlediği yeniden demokrasiye (!) dönüş kararı sonrasında,  ilk seçim 6 kasım 1983’de yapıldı.  Darbe yönetiminin seçimlere katılmasına karar verdiği MDP, ANAP ve HP liderleri televizyonda açık oturumda karşı karşıya kozlarını paylaşırken, ANAP lideri Turgut Özal, iktidara geldiğinde boğaz köprüsünün hisselerini satacağını açıklayınca, HP lideri Necdet Calp “sattırmam” diye masaya yumruğu vurmuş ve cuntanın desteklediği MDP’yi de  geride bırakarak HP  ikinci olmuştu.
O yumruk çok ses getirdi.
Açık oturumun önüne bile geçti.
Çünkü, 12 Eylül darbesiyle ezilen kitlelerin çığlığı gibi gümledi masada. 
Darbe döneminde o yumruk masada patladı. 
“Sattırmam” dedi Necdet Calp !

**
Ah ah!
Nerede o eski seçimler.
Tüm partilerin liderlerinin ekrana çıktığı ve leblebi çekirdek ile ekran karşısına geçen halkımızın “delikanlı” mücadeleyi izlediği yıllar çoktan geride kaldı.
Yeniden izleyip dinleyebilme şansı bulabilsek. 
Hangi lider kaç kilo çekiyor görsek.
El ense becerilerini sergileseler de,   saklı gerçekler ortaya çıksa/çıkarılsa.
Ah ah!
Askeri dönemde ekran başına gelebilen  liderler şimdi miting meydanlarında çok atıp tutuyor ama ekran karşısında olmaya ise “hodri meydan” diyemiyor.
Ne oldu?
Neden ekranlar boş?
Bir yerlerden engelleme mi var?
Yoksa, herşey ortaya dökülecek diye bir  korku mu var?

**
Anlaşıldı bunların tümü kayıkçı kavgasında.
Tabi ki çıkmazlar. 
Tabi ki var olan sistemden  çok memnunlar.
Çünkü… milletvekili, belediye başkanı, il genel ve belediye meclis üyelerini genel merkez belirliyor.
Böyle bir sistemde, biat var.
Tepedekilere ayak bacak çekip de “yapamıyorsun git” diyecek  yiğit  yok.
“Emret efendimci” alışkanlık dalga dalga her alana yayılınca, ekranlara çıkıp da halkın delikanlıca bir tartışma ortamını ağız tadıyla izleyebilmesi mümkün görünmüyor.
Ah eski seçimler ah!
Ne açık oturumlar izlerdik saatler boyu.
O öyle dedi bu böyle dedi.
Her siyasi partinin yandaşı oturumları kendi at gözlüğüyle izlerken,  seçimleri etkileyecek kararsız seçmen de kararsızlıktan çıkardı.
Sonuçta halkın dediği sandığa yansırdı.

**
Merakım şu; halkın karşısına neden çıkılmaz?
Birlikte çıkın ve söyleyin er meydanında.
Korkmayın, korkmayın!
Halk ısırmaz!