Sabah saatlerin de sela sesiyle uyanmak veya güne merhaba demek ne garip bir duygu.

İnsanın içi titriyor.

Sonra…

O sesin büyüsüne kapılıp uzanıyor insan düşüncelere.

“Acaba bugün kim gitti?”

Kim göçtü?

Göçüp gidenin ailesi ne yapıyor şimdi?

Ya geride kalanlar.

Geride kalan dediğim vefat edenin sorumluluğundakiler.

O’nun yaşamını direkt etkiledikleri.

Aileler.

Makamlar.

Bankalar.

Araziler evler veya arabalar.

Ya da!

Hiçbir şey.

Geriye sadece kambur bırakanlar!

Bilinmez ki.

Ateş düştüğü yeri yakıyor.

Ama her çeşit.

 

Haftanın ilk gününe sela sesiyle uyanıp da bilgisayar karşısına geçtiğinizde sıcak çay da içinizi ısıtmıyor.

Düşünüyor insan,  “şimdi kim/kimler ağlıyor?”

Ağlayanlar, acılar yaşayanlar sadece selasını duyduklarımız mı?

Ya diğerleri.

Dil, din, ırk, mezhep ayrımsız insanlar.

Hepimiz.

Şimdi, nerede ölüm var?

Memleketimizde,

Trafik canavarında,

İşyerlerinde,

Güney doğumuzda,

Komşumuz Suriye ve Irak’ta,

Orada, burada, şurada,

Dünyamızın herhangi bir yerinde.

Hangi ocakta gözyaşı var?

Ve de neden?

Allah’a yolculuğun sebebi ne?

Normal mi?

Yoksa?!!

Bir cinayet mi?

Normal göçe eyvallah.

Gelindiği gibi gidilir.

Ama…

O gidiş insanoğlunun vahşiliğinden ise yazıklar olsun.

Öldürene de, “öldür” emrini verenlere de!

 

Güne sela ile başlandığında, yaşama bakış bir anda değişiyor.

Pozitif tüm kutuplar toprak yaparken, negatizm öne çıkıp gerginliğin ve öfkenin kucağına sürüklüyor insanı.

Derler ya güne nasıl başlarsan öyle gider diye.

Ama nasıl başlarsan.

Bu nedenle normal günlerde iki türkü ile merhaba demek iyi geliyor.

“Karadır kaşların” gibi…