Kendimi ilk bildiğimde bir Mayıstı.. Masmavi gökyüzüne açmıştım gözlerimi. Çetin geçen bir kışın ardından hava çabucak ısınmıştı. Bir meşenin gölgesindeydim, etrafın yoncalarla bezeli bir çayırdı. Geçen yıl gelinciklerin olduğu yere bu yıl rezeneler taşınmıştı. Toprak nemine doygun, etraf çimen kokuyordu.. “Aahhh” dedim içimden, “bu ne güzel bir bahar, oysa geride bıraktığım koca bir karakıştı.” Eteğimi kemiren çekirgelere inat, çiçeğe yeni durmuştum, ortası siyah, tacı mor, her bir dalımda taşıyacağım kadar bol leylaklara rakip bir menekşeydim. Güneşi derin derin içime çektim, ah ne güzel bir mayıstı kendimi bu ilk bildiğim..
Yine bir mayıstı, bu kez dere kenarına taşınmıştım. Uzaktan kurbağa sesleri geliyordu, sazların rüzgardaki sızıltısını duyuyordum. Yukarı komşularım papatyalardır, aşağıda gelincikler. Rüzgar estikçe bana göz süzüyorlardı. Bu sanki gizliden bir çağrıydı, belki de ben öyle sanıyordum. Ne de olsa yeni uyanıyordum. İçimden çok istedim ama ayaklarım oralı olmadı. Bizim yerimiz iki metre arayla bambaşka dünyalardı. Zaten uzun sürmedi isteğim,  bir mayıs belki bir ağustos günü dere kıyısına gelen bir insana büyülendim. Yerimde sallandım durdum beni fark etsin diye. Oysa onun bakışları hep başka yerlerdeymiş, uzaklarda, yakınlarında.. Köküm gevşedi sallanmaktan lakin fark ettiremedim kendimi. Sadece birkaç kez yaklaşır gibi oldu yanıma, o kadar eğilmişim ki yoluna, istemese de çiğnedi geçti beni.. Canım öyle çok yandı ki, böylece öğrendim ne olursa olsun, kimse için yere eğilmemeyi…
Yine bir mayıstı, bu kez bir çocuk parkının yanında, bir taşın çatlağında bitivermiştim. Havalar daha yeni ısınıyordu, bahçe henüz sessizdi. Geçen uzun kışın ardından ben de biraz durulmuştum, bir taşın çatlağında eğreti olduğum için belli ki bu yaz kök salmak yoktu. Çok geçmeden etraf şenlenmeye başladı. Taşın ardından iyi göremesem de seslerini duyuyordum. İçimden ne kadar istesem de onlara katılmam mümkün değildi; onlarsız bu park ne kadar sessizdi. Anlaşılan bu Mayıs çok ıssız kalacaktım. Tam bunları düşünürken bir top yanı başımda belirdi. Sonra küçük bir kızın kocaman meraklı gözlerini gördüm, koparılmıştım.. Bu mayıs hatırladığım bir vazo ve o çocuğun annesiydi..
Yine bir mayıstı, geçen mayıstan çok uzak bir parkın yakınındaydım. Uzaktan silah sesleri geliyordu, ürkek ürkek kapattım titreyen yapraklarımı. Az sonra koşarak geçtiler yanımdan, ben korkumdan kökümün ucundan bakıyordum. Çığlıklar, çığlıklar yükseliyordu göğe.. Yağan yağmur değildi, kanla yıkanıyordu toprak. Yeşil çimenler üzerinde neydi bu nifak, hiç anlamıyordum. Derken yanıma yığıldı biri, yüzünde korkulu bir masumiyet, kocaman bir gurur vardı, bedeninden sızan kan taa bana dek uzandı.. Öyle hüzünlüydü ki yüzü, o gözler, bakışlar ve akan kan; bana da hüznünü saçtı, o mayıs bütün çiçeklerim kıpkırmızı açtı.. İşte o mayıs, bir çiçek olduğumdan ilk kez utandım!..
Yine bir mayıstı, bu yıl zar zor sığınacak bir avuç toprak bulabilmiştim. Yukarıdaki papatyalar, aşağıdaki gelincikler yoktu. Uzaktan ne kurbağaların sesini ne de sazların sızıltısını duyuyordum. Çayır, dere ve bahçeler kurumuştu. Etraf gri mi gri koyu bir dumandı. Sert esiyordu kuzeyden rüzgar, zaten kış da çok yamandı. Koca bir keşmekeşin içerisinde yapayalnızdım.. Çaresiz kuzey rüzgarına avuç açtım. Kırsın geçsin diye yapraklarımı sonuna dek burdum ve bağrımda sakladığım son tohumları göğe savurdum, “güneye gidin” dedim onlara, güneşli, güvenli, yemyeşil, masmavi yerlere..”
Sonrasını bilmiyorum. Rüzgar ne kadar esti, onlar ne kadar uçtu. Bir kısmını belki daha konmadan kuşlar yuttu, bir kısmı belki güneye gidip toprakla buluştu. Belki bir ikisi hala bahçenizdedir. Yada saksıda sessiz açan, kırılmaktan, koparılmaktan ürken bir misafirdir, sadece sevilmek istediği için..
(2002 Yılında Çevre Koruma Derneğimizin BÖCEK İsimli                            Dergisinde Dünya Gazetesinden Alıntı yaparak ancak eklentilerimle yayınladığım bir yazı..)