Su gibi bir gençtir 16 yaşındaki delikanlı.
Kabına sığamaz.
Tam bir deli-kanlı olup çıkar ki, ne rüzgar tanır ne de bir başka engel.
Vurur geçer ayağına takılanları.
Delidir.
Çılgındır.
4 Ocak 1991’in yıldönümü düşünce aklıma, bir hoş olurum hep. Zonguldak’tan başlayacak şanlı madenci hareketine otobüslere el konulması bile durduramamıştı.
“Otobüs yoksa, ayaklarımız var” dedi Yiğit Önder Şemsi Denizer.
Gemiler yakılmıştı, geri de dönüş yoktu ki.
“Canlar” can olup aktı bir kış günü yollara.
İlk durak Devrek’ti.
Şimdi her araçla geçtiğimde Zonguldak-Devrek arasındaki yol üzerinden “bu yolları ben de mi yürüdüm?” diye sorarım kendime.
Evet yürümüştüm binlerce iş-emek-özgürlük türküsü söyleyenlerle birlikte.
Ve o gece Devrek’te, sandalye üzerinde sabahlamıştım binlerce hemşehrimle.
Sabahın ilk saatlerinde yine kortejler oluşmuş, bir gün önce rahatsızlaşarak hastaneye götürülenler yine en başta yerini almıştı işte.
Binlerce madenci  haykırıyordu Devreklilere: “Madenci Devrek’i unutmayacak.”
Yaşayan bilir ve anlayabilir.
Ardından Dorukhan tüneli ve Bolu’ya kadar gelmek zorunda kalan Başbakan Yıldırım Akbulut ve sendikacıların yaptıkları görüşmeleri, Mengen durağı izlemişti.
Ya Deller köprüsü?
Üzerinde Köy Hizmetleri yazısı bulunan dozerler Deller Köprüsü’nü kesmişti.
Binlerce madencinin “Burası Türkiye İsrail değil” sloganlarıyla çıkarttıkları nüfus hüviyet cüzdanlarını sallayışlarının coşku ve kararlılığının üzerinde 16 yıl geçti.
16’lık delikanlı 4 Ocak 1991 yürüyüşü.
Ama bizim delikanlı biraz çelimsiz.
Ürkek.
Çekinken.
İki çikolatayla kandırılacak kadar da ilkesiz.
Hatta bitkin. Süzülmüş ki, sanki “bir elimde cımbız bir elimde ayna, umurumda mı dünya” diyor.
Geçmişten bugüne taşınması gereken ne yürek kalmış ne de cesaret.
Salıvermişler çayıra. Yiğit toprağa düşürüldükten sonra gemileri?
Yakmamışlar.
Yakmayı hiç de düşünmemişler.
Gelene alkış, gidene alkış.
Hop tereleylim havası.
Özerkleşme gibi bir kavramın “Ö”sü gündeme gelince “özelleştirme” anlayıp, “alın-satın-kaçın ama bizi kimseye söylemeyin” diyerek yan yan kaçıvermişler.
Böyle bitirmişler onurlu mücadeleyi.
Tüketmişler yüreklerde kalan son nefesi.
16’lık delikanlı yok artık.
Silik bir fotoğraf duruyor ortada.
Renkleri de yok.
Sanki üzerine bir şey dökülüvermiş.
Tele-voleci anlayış esir alıverince benliği, miras kolayca çar-çur edilmez mi?
Öyle de oluvermiş.
Banka kapılarında borç para dilenecek kadar acizleşmişler.
Son çare şans oyunlarında umut arayacak kadar da düşüvermişler.
Ye Mehmet ye!
Yedikçe hapşır.
Yedikçe şişin.
4 Ocak 1991 günü Madenci Anıtı önünden işçi yürüyüşü için konuşmasını yapan o yüreği dev insan geliyor gözlerimin önüne. Dimdik! Her türlü tuzağa karşı cesaretli. Onurlu. Ve çok güçlü. O yok şimdi? Köprülerin altından da ne sular geldi geçti. Şimdi O’nu yok etmek isteyenler dostların dostu. El üstünde de tutulan. 16’lık genç hasta. Lösemi. Tedavisi çok zor. Yeni kan ve yeni umut enjekte edilmeli damarlarına. Kanı temizlensin ve ayağa kalksın yeniden. Ve bu gencin adı da “DİRİLİŞ” olsun. Demeyin olmaz olmaz!.. Bu toprağın suyu, havası, emeği ile hak edilmedi mi “EMEĞİN BAŞKENTİ” unvanı. Ayağa düşürenleri kovarsın, hak edeni getirirsin olur ve biter. Şu genci öldürmeyin. Ölümüne seyirci kalmayın. Özellikle de hiç susmayın!
·        


5 Ocak 2007 tarihli “16 yaşında” başlıklı yazım.