Sinirler gergin mi gergin.

Ve patlamaya da çok hazır ha!

Hıh desen, ortalık toz duman.

Belki de, isyan.

Çünkü o haber geldi.

O haber, acı!

Yok oluş!

**

Bir gün pat diye doktor dese ki,  en çok 24 saat sonra veda edeceksin dünyaya diye.

Ne olur?

Ne düşünür insan?

Nasıl karşılar?

Ve de ilk şok geçtikten sonra o 24 saati nasıl programlar.

Düşünmek gerek.

**

Böyle kurgularmış bir süreç ile kimse karşı karşıya kalmak istemez.

Ölüm ve yaşam tamam da, kim duymak ister 24 saat sonra öleceğinin haberini?

Ancak diyelim ki, oldu.

Geldi böyle bir haber.

Ne yaparsınız?

**

Durduk yerde niye sordum ki bu soğuk haberi?

Sordum çünkü birinin başına geldi.

İş yoğunluğu içinde dönme dolap gibi koştururken, öncelikle ailesini  ne kadar ihmal ettiğinin farkına vardı.

Çocuğunun öğretmenini bilmeyen bir veli olabilir mi?

Anne ve babasının durumunu.

Kardeşlerini ve kardeş gibi bildiklerini anımsadı birdenbire.

Belki de canı, işte o an ölüm gerçeğinden daha çok yandı.

“Ne yaptım ben?” dedi.

**

Son 24 saate neler sığdırdı.

Ne çok mutlu etti ve mutlu oldu.

“Tüh” dedi.

Neler kaçırdığını ve boş yere harcadığı zamanları silmek istedi benliğinden.

Ama…

Olmadı, olamazdı ki!

An geldi ve an vedaydı.

Yutkundu, yutkundu gözyaşlarında boşa harcadığı aile mutluluklarına olan büyük özlemler döküldü bolca.

**

Ter içinde uyandı o günün sabahında.

Perdenin arasından sızan güneşin sıcaklığı yalarken yüzünü, gördüğü rüyanın etkisiyle seslendi.

“Bugün tatil yapıyoruz. Yarın da, Öbür günde. Bundan böyle değişecek her şey.” dedi kendi kendine.

Söz verdi yeminlerle.

**

Sonra mı ne oldu?

Hiç!

Eski hamam ve eski taslarını atanlar gerçek mutluluğun koynuna düşerken, hamamcılar da yoz  bir yaşamın içinde son 24 saatini bekleyenleri beklemeye başladı.