Bundan on yıl önce Yargıtay 8.Ceza Dairesi 15.1.2002 günlü ilamı ile (2001/16176 Esas, 2002/125 sayılı) İstanbul 6 Nolu Devlet Güvenlik Mahkemesinin “Susurluk” kazasında ortaya çıkan çete hakkında verdiği  1997/180 Esas, 2001/36 Karar ve 12.2.2001 tarihli mahkûmiyet kararı onanmıştı.

 

8. Ceza Dairesi “onama” kararında; Susurluk kazasının “ilk değerlendirmede dahi olayın derinliğine, devlet içini de kapsayacak şekilde çok yönlü araştırılması gerekli kılmakla, bu bağlamda yapılan soruşturmalarda, ulaşılan bilgi ve belgelerin olayın arkasındaki ilişkilerin çözülmesinin güç, karmaşık ve duyarlı makamları ve görevlileri de kapsayacak ölçüde olduğunu ortaya çıkardığı”  tespitini yapmıştı.

 

Daha sonra ise; “terörle mücadele adı altında da olsa açıklandığı gibi hukuk dışı bir örgütlenme ile devletin meşru güçleri gibi güç kullanarak yürürlükteki yasalar yerine kendi güç ve kuralları ile sözde yasalar oluşturmanın, devleti, hukuk devleti olmaktan çıkaracağı, bu koşullarda da güçlünün sözünün geçtiği, nerede başlayıp nerede sona ereceği belli olmayan her türlü yasadışılığın egemen olduğu bir sistem oluşacağı, sonuçta yurttaş-devlet ilişkisinde hukuk kuralları yerine korku ve kaygının geçerli olacağı, bunun da bir anayasa ve Yasa ihlalinin ötesinde tam bir hukuk ihlali niteliği taşıyacağı”  mahkûmiyet kararının onanmasına dair gerekçesiydi.  

 

Bu karardan on yıl, Susurluk kazasından onbeş yıl sonra Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesinin 2008/398 Esas, 2011/193 Karar ve 19.09.2011 tarihli kararı ile dönemin İçişleri Bakanı Mehmet Kemal Ağar hakkında “halk arasında korku, endişe veya panik yaratacak şekilde ammenin selameti aleyhine, kasden adam öldürmeye veya yağma ve yol kesmek ve adam kaldırmak cürümlerini işlemek amacıyla teşekkül oluşturarak teşekkül mensuplarının dağlarda, kırlarda, genel yollarda veya meskûn yerlerde silahlı dolaştıkları” sübuta erdiğinden”, “neticeten 5 yıl hapis” cezası verildi. Bu karar Yargıtay tarafından onandı. İnfaz için “uygun şartlarda” cezaevi olmadığı konusundaki talep karşılandı. Birkaç gün beklendi. Aydın’daki Yenipazar K1 tipi cezaevindeki “yenileme” tamamlandı. 25 Nisan 2012 tarihinden itibaren hükümlünün cezasının infazına başlandı. 

 

Mahkûmiyet kararından bazı satır başları şöyle:  

 

“Anayasa ve yasalarımızda ve ilgili mevzuatımızda, Emniyet Genel Müdürüne verilen görevlerin başında, yurt dışında uyuşturucu ticareti suçundan kırmızı bülten ile aranan Yaşar ÖZ ve yurt içinde katliam sanığı olarak aranan Abdullah ÇATLI’'nın sahte kimlikler ve sahte pasaportlar kullanmalarını temin etmek, yasal dayanağı olmayan ve örneği görülmemiş sahte silah taşıma belgeleri düzenlemek ve kullandırmak değil, onları derhal yakalayıp arayan adli makamlara teslim etmek gelmektedir. Anayasamızda ya da yasalarımızda ve diğer mevzuatımızda, Emniyet Genel Müdürüne yurt içinde ve yurt dışında aranan uyuşturucu ve katliam sanıklarını yurt dışında şu ya da bu şekilde operasyonlarda kullanmasına izin veren hüküm de bulunmamaktadır.

 

Nitekim hükümlü sanıklardan Mehmet Korkut EKEN'in de ifadelerinde açıklandığı gibi, daha önceleri uyuşturucu ve cinayet suçlarını işleyen şahıslarla yapılacak işbirliği ve faaliyetler ile kullandırılan özel kimlik ve yasadışı yetkiler, (bu şahıslar sonradan ne kadar iyi niyetli olarak hareket edip devlet lehine bir takım faaliyetlerde bulunsalar da, bu faaliyetleri önceki suçluluklarını ortadan kaldırmaz, haklı göstermez nedeniyle suç işleme makinesi gibi rahatlıkla uyuşturucu ticareti yapan ve cinayet işleyebilen bu şahısların, verilen kimlik, belge ve yetkilerden sonra kontrolünün sağlanamadığı bir gerçektir. Nitekim sağlanamamıştır.

 

Mehmet Korkut EKEN'den aldığı Uzi marka silahları daha sonra iade etmeyen, daha sonra 14 civarında silahlı adamıyla gündüz vakti tanık H.Y.N.'nın işyerini basan Abdullah ÇATLI, oluşturduğu bu tehditle Tarık ÜMİT’in kullandığı sahte plakaların iadesini sağlamıştır. Mehmet Korkut EKEN'e yürüttüğü faaliyetlerle ilgili yazılı rapor veren Abdullah ÇATLI'nın ölmeden önce (Korkut EKEN'in deyimiyle) kontrolünü sağlayacak güçte Türkiye'de kimse de yoktur. Başbakanlık Teftiş Kurulu Başkanlığı'nın dosya arasındaki raporunda, T.B.M.M. Susurluk Araştırma Komisyonu'nun raporunda, MİT yetkililerinin ve Şahit Mehmet EYMÜR'ün beyanlarında açıklandığı gibi, oluşturulan teşekkül faaliyetlerini ve tehditlerini o denli pervasızca sürdürür hale gelmiştir ki, Tarık ÜMİT’in kaçırılması olayından sonra kendi bilgi kaynaklarının kaçırılıp öldürülmesinden endişe duyan MİT görevlileri, durumu Emniyet Müdürü İbrahim ŞAHİN’e ilettiklerinde sonuç alamamışlar, bunun üzerine bu konudaki tahkikatı yürüten Jandarma A.A'ya yardımcı olmuşlar, ancak İbrahim ŞAHIN'in bu tür faaliyetler emniyet teşkilatı ile MİT teşkilatının çatışmasını gerektirir tehdidi üzerine geri çekilmek zorunda kalmışlar, durumun iletildiği zamanın Emniyet Genel Müdürü Mehmet AĞAR'da bizim tosunlar bana sormadan bir şey yapmazlar, ilgileneceğim diyerek konu ile ilgilenmemiş, teşekkülün faaliyetlerine göz yummuştur.” (Gerekçeli Karar Sayfa 122).   

 

“Hükümlü sanıkların birçoğu eylemlerini devlet adına verilen görev nedeni ile yaptıklarını ileri sürmüşlerdir. Devlet adına hareket ettikleri yolundaki savunmalarının dosyaya da yansıdığı gibi gerçeklerle alakası yoktur. Devlet adına operasyon görevi vermek yetkisi ilgili kurum ve kuruluşlara aittir. Ya da bu makamların gözetim ve denetiminde olabilir. Oysa çetenin faaliyetlerinden en çok rahatsız olan ve Susurluk’taki kazadan önce ve sonra çetenin ve faaliyetlerinin (Gerekçeli karar sayfa 124) üzerine giden devletin ilgili kurumlarıdır. T.B.M.M. bu durumdan rahatsız olarak T.B.M.M Susurluk Araştırma Komisyonu kurmuştur. Başbakanlık, Teftiş Kurulu’nu harekete geçirmiş, birçok tahkikatlar yapmıştır. İçişleri Bakanlığı teftiş kurulları harekete geçmiş, birçok tahkikatlar yapmıştır. Bu araştırmalar sonuçta birçok görevli hakkında yasal işlem yapılmasını doğurmuştur. Ayrıca işgal ettiği makam ve mevki ne olursa olsun, hiçbir şahıs ve kurum Anayasa ve yasaların vermediği yetki ve görevi kullanamaz. Kullanırsa bunu devlet adına yapmış olamaz. Suç işlemiş olur. Bu da hem emir verenlerin hem de yasadışı emri yerine getirenlerin kişisel sorumluluklarını ve cezai takibata uğramalarını gerektirir.

 

Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin ve Yüce Türk Milleti'nin iç ve dış güvenliğinin katillere, uyuşturucu kaçakçılarına, kumarhane isletmecilerine emanet edilmesi; bunlardan medet umulması affedilemez, kabul edilemez bir davranıştır. Bu nedenlerle hükümlü sanıkların devlet adına hareket ettikleri savunmaları tüm dosya kapsamına göre kendilerini suçtan ve cezadan kurtarmaya yönelik samimi olmayan, gerçeklerle ve yasalarla bağdaşmayan savunmalar olarak görülmüş, itibar edilmemiştir. Bütün bu olayları değerlendirirken, Sami HOŞTAN'ın evinde ele geçirilen ve çözümü yapılan ses bandandın da anlaşıldığı ve bir kısım hükümlü sanıklara ismen hitap ta tespit edildiği üzere sanıkların birisinin hepsi için, hepsinin biri için hareket etmekte olduğunun unutulmaması gerekmektedir.” (Gerekçeli Karar sayfa 125).

 

Kararın gerekçesi basında çok az yer aldığı için, elverdiği ölçüde gerekçeli kararın bazı bölümlerini aktarmaya çalıştım. Hani bazen diyorlar ya; olsun varsın, vatan sağ olsun (!?).