Tık tık tık…

Tıklıyor zaman.

Tıkladıkça da zamanı geride bırakarak yeni zamanlara yol alıyor.

Zaman!

Durmaz ki.

Akar da akar.

Her tıklayışında da kimbilir neler  saklıdır.

Bilinmez.

Bilinmez…

 

İşte bu an.

Bu zaman.

Saat 05.19.

Tarih de 13 kasım 2011.

Azgınca koşarken yakalamak mümkün değil ki.

Durmuyor.

Durdurulamıyor.

Ekranda TRT var.

Müzik kanalında ustaların ustası Neşen Ertaş söylüyor “Ah yalan dünya” diye.

Ardından “göğnüm seni arıyor neredesin sen” geliyor.

Ertaş’ın aşklarından söz ediyor sunucu.

Aşklar.

Deli aşklar.

Delirten aşklar.

Ve zaman tıklıyor kendisiyle yarışarak.

 

“Kendim ettim kendim buldum” ile devam  ediyor türküleri Neşet Ertaş’ın.

“Amanın Leyla Leyla”yı, “Yandı bağrım” izliyor bu türküyü.

Sazın telleri bıçak gibi keskin.

Kesiyor kesiyor kesiyor…

Kestikçe uzatıyor anıların koynuna sanki insanı.

Mızrabın her dokunuşunda şahlanıyor sanki.

Türküler türküler.

Zamana kafa tutan türküler.

 

İşte böyle.

Böyle yaşıyoruz.

Böyle kavrıyoruz duyguların ışığını.

Kimi zaman ısınıyor, ayaz gecelerde de titriyoruz.

Ve hep tık tık tık diyor.

Tıkladıkça da bir şeyler düğümleniyor sanki.

Kasılıveriyor insan.

Bir fırtına kopuveriyor yüreğin derinliklerinde ki.

Anlatmak mümkün değil.

Çünkü sadece yaşanabiliyor.

Yaşanıyor.

Söz ve kelam yetmiyor anlatmaya.

 

Sen!

Tık tık tıkları hovardaca harcayan sen!

Anlayamayan.

O yanardağın yangınını hissedemeyen sen!

 Bak zamanı da sonuna getirdin.

Hem de uzatmalara  taşıyamadan.

Bitti!

Tık tık sesi  yok artık.

Olmayacak.

O ses de artık türkülerde saklı kalacak.

Belki Kırşehir’den belki de Aydın’dan seslenecek.

Yanık da oluverir.

Oynak da.

Hiç belli mi olur?

 

Zaman kanatlandı bak.

Uçuyor  dur durak bilmeden.

Yeni gönüllere.

Yeni sevinçlere.

Tik tak.

Tik tik tik