Tarih; 19 Mayıs 2016 Perşembe. Bugün Atatürk’ü Anma Gençlik Spor Bayramı.

Yani, Atatürk’ün Türkiye Cumhuriyetini koruma ve kollama görevi verdiği Türk Gençliğinin her yerde ve ortamda namusu ve şerefini ortaya koyarak yeminini edeceği gün.

Muhtaç olacağı gücünün adresi de belli: Damarlarındaki asil kan.

İşte o gün bugün.

 

Bayramlarımız bile unutturulurken çok şey söylemenin bir anlamı kaldı mı?

Boş bu işler.

Atamalı demokrasi zırhının arkasına saklanmışların biat kültürüyle kontrol altına aldıkları müritlerden ne beklenir ki?

Sözler bile anlamsız kaldı.

Atatürk’ün Türk Gençliğine Hitabındaki   Cebren ve hile ile aziz vatanın, bütün kaleleri zaptedilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir.” Sözlerini hatırlayan var mı?

“Var!” diyenlere inanmayanlardanım ben de.

 

Neyse…

 

Oturdukları koltuklarından kalkmayanlar ve Atatürkçülük rozetiyle ortalarda gezinenlerin tehlikenin farkında olmayarak, “farkında olanları” yok saydığı günlerden geçiyoruz.

Aymazlık tavan yaptı.

Son’a da az kaldı.

Bir nefes.

Yarın… Belki yarından da yakın !

 

Bir “Neyse” daha çektikten sonra,  Hacı Angı’nın “Atatürk İlkeleri ve Türk Devrimi” kitabından yaptığım aşağıdaki alıntıyı, “aymayanlara” kapak yapmaktan başka bir şey gelmiyor elimden.

**

“….İstanbul, 1517 yılından 1924 yılına kadar tam 407 yıl halifeliğin merkezi idi. Halifeliğin kaldırılması, tüm yurtta olduğu gibi İstanbul’da da büyük bir coşku ile kutlanmıştır. İstanbul’un yaşlısı-genci, kadını ve erkeği ile birlikte tam bir hafta İstanbul sokaklarında fener alayları düzenlemiştir.

İstanbul sokakları “Yaşasın Gazi Paşa” sesleri ile çınlatılmıştır.

20 Nisan 1937’de Anayasamızdaki dinle ilgili maddeler çıkarılarak devletimiz bütün anlamıyla laik bir devlet olmuştur.

Hilafetin kaldırılmasında en dikkate değer nokta, bununla ilgili yasa önerisinin bir şeyh (Urfa Milletvekili Şeyh Safvet Efendi) tarafından verilmesidir. İslam hukukçularından Adliye Bakanı Seyit Beyin (Hilafetin şer’i özelliği) hakkında mecliste yaptığı konuşma, hilafet kurumunun mahiyetinden habersiz olanları uyarmaya yaramıştır. Daha bir çok din aydınlarımızın, hilafetin ve saltanatın kaldırılması konusunda Atatürk’e destek oldukları bilinmektedir.

Hoca Kadri Efendi, hilafetin İslam’da ayırıcılık unsuru olduğunu açıklamıştır. Halifeliğin kaldırılmasıyla, Devletimiz laikliğe doğru hızla yaklaşmış, modern bir devlet yapısı kurulmuş, yüzyıllarca hilafet ve saltanat kavgalarına son verilmiştir. Atatürk, başkaca devrim yapmamış olsaydı bile sadece bu gerçekleştirdiği devrimle Türk dünyasına en büyük hizmeti yapmıştır. Fakat O, Türk Ulusuna layık olduğu çağdaş uygarlık düzeyinin üstüne ulaştırmak için daha bir seri devrimlerine devam edecektir.

 

Atatürk, Saltanat ve hilafet konusunda diyor ki:

“Cumhuriyet ahlaklı fazilete dayalı bir yönetimdir., Cumhuriyet yönetimi, faziletli ve namuslu insanlar yetiştirir.

“Dört halifeden sonra din, daima siyaset aracı, çıkar aracı, baskı aracı yapıldı.

Artık bu ulusun ne öyle hükümdarlar, ne öyle alimler görmeye tahammülü ve olanağı yoktur. Eğer onlara karşı beni m kişiliğinden bir şey anlamak isterseniz, derim ki, ben şahsen onların düşmanıyım. Onların olumsuz yönden atacakları bir adım, yalnız benim kişisel imanıma değil, yalnız benim amacıma değil, o adım benim ulusumun hayatıyla ilgili, o adım ulusumun hayatına karşı bir kasıt, o adım, ulusumun kalbine havale edilmiş zehirli bir hançerdir. Benim ve benim fikir arkadaşlarımın yapacağı şey, mutlaka ve mutlaka o adımı atanı tepelemektir.”

“Türkiye Büyük Millet Meclisi, halifenin değildir ve olamaz. TBMM yalnız ve yalnız ulusundur. Ulusun seçtiği vekillerden oluşur. Bu meclis yalnız ve yalnız ulusun emrine baş eğmek zorunluluğundadır. İsmi ve makamı ne olursa olsun, ulus bu hakkını bir kişiye emanet ve teslim edemez.”

 

Halifelik Sorununu bir de Söylev’den izleyelim:

Mustafa Kemal’e Halifelik teklif ediliyor:

Büyük Millet Meclisi hilafeti kaldırdığı zaman, Antalya Milletvekili ulemadan Rasih Efendi, Kızılay adına, Hindistan’da bulunan bir birliğin başkanlığında idi.  Rasih Efendi Mısır’a uğrayarak Ankara’ya  döndü. Benden söyleşi istedi. İslam ülkelerinin bana, halifelik teklifi üzerine Rasih Efendi’ye şu açıklamada bulundum:

“Gezdiğin ülkelerde İslamlar, benim halife olmamı istiyorlarmış… Yetki sahibi İslam heyetleri Rasih Efendi’yi  bana bu hususu bildirmek için vekil olarak atamışlar. İslamların bana olan teveccüh ve muhabbetlerine teşekkür ettikten sonra dedim ki, zatıaliniz din bilginlerindensiniz, halifenin Devlet Başkanı olduğunu bilirsiniz.”

Başlarında kralları, imparatorları bulunan uyrukların,  bana ulaştırdığınız istek ve önerilerini ben nasıl kabul edebilirim. Kabul ettim desem buna o uyrukların başındakiler razı olur mu? Halifenin emir ve yasakları yerine getirilir. Beni halife yapmak isteyenler, emirlerimi yerine getirmeye yeterli midirler? Bundan dolayı anlamı olmayan asılsız bir sıfatı takınmak gülünç olmaz mı?

 

Atatürk, halifelik sorununu, Söylev’inde şu sözlerle sonuca bağlamıştır.

“Efendiler; açık ve kesin söylemeliyim ki, İslamları bir halife heyulasıyla hala işgal ve iğfal (Yanıltma) gayretinde bulunanlar, yalnız ve ancak İslamların ve özellikle Türkiye’nin düşmanlarıdır. Böyle bir oyuna hayal bağlamak da ancak ve ancak bilgisizlik ve gafret eseri olabilir.”