Değerli okurlarım, size bundan tam elli dört yıl önce 12 Haziran 1971 günü, cuntanın iktidara getirdiği Erim Hükümeti’nin Başbakan Yardımcısı Sadi Koçaş’a çektiğim telgrafı yazmak zorunda kaldım. Nedenini daha sonra açıklayacağım. Telgraf metni aynen şöyle:
Sadi Koçaş, Başbakan Yardımcısı – ANKARA
Bodrum’da tatilde iken arandığımı duyarak K.Dz.Ereğli Üs Komutanlığı’na teslim oldum. Ereğli’de gözetime alınan 30 kişi ile birlikte İstanbul Merkez Komutanlığı nezarethanesinde, hakkımızda sanık kelimesi bile kullanılmadan Ereğli Demir-Çelik Fabrikası yüksek fırınına sabotaj ithamı ile gözaltında bulunduğumu resmi makamların gazetelere verdiği bilgilerden öğrendik. Radyo iki kez sabotaj suçlamasını tüm yurda duyurdu.
Evimde arama yapılıp ele geçirilen kitaplara el konulduktan sonra, bazı çevreler, evimde çuvallar dolusu propaganda kitabı çıktığı söylentisini yaymışlar. Aynı çevreler teslim olmadan önce Romanya’ya kaçtığımı uydurmuşlar. Sabotaj gibi çok büyük bir ithama rağmen yargı organına, hatta savcı önüne çıkmadan serbest bırakıldım. Ama bu defa yetkililer sabotajla ilgili olmadığımı, hatta serbest bırakıldığım yolunda basına ve radyoya haber vermek lüzumunu duymadılar.
Evimde toplanan kitaplar iade edildiğinde, CHP K.Dz.Ereğli İlçe Başkanı olarak bana gönderilen imzanızı havi “Bir Seçim Böyle Geçti” adlı kitabınızın da toplandığını hayret ve dehşetle fark ettim. Halka daha sabotaj gibi ağır bir suçla ilgili olmadığım, hatta serbest bırakıldığım yolunda bir açıklama yapılmamıştır. Aleyhimdeki çevreler tarafından çıkarılan haysiyetimi, mesleki itibarımı zedeleyen sözler devam etmektedir.
İşte suçsuz ve en az sizin kadar onurlu bir Türk vatandaşının yerlerde sürünen haysiyeti, insaf duygularınıza sunuyorum.
Avukat Kemal Anadol
Bu telgrafı yarım asırdan fazla bir süre sonra yazmayı neden gerek duydum?
Artık herkesin yinelediği klasikleşmiş bir demokrasi tanımı vardır:
“Sabahın beşinde kapı çalındığında gelenin polis değil sütçü olduğundan emin olunan rejime demokrasi denir.”
Günümüzde yazılı ve görsel basın manşetlerini, memleketin bin bir sorunu varken hâlâ şafak operasyonlarının işgal etmesi içimi yakıyor! Dünyanın en güzel coğrafyasında yaşayan Yunuslar’ın, Hacı Bektaşlar’ın, Aşık Veyseller’in torunları bu manzaraları hak etmiyor. Mithat Paşalar’ın Namık Kemaller’in mutlakiyete karşı hürriyet aşkıyla verdikleri mücadele, 1878’den bu yana sürdürülen parlamento geleneği toplumsal bellekte yerini koruyor. Dünyada ilk kez başarıyla sonuçlanan antiemperyalist savaşı Türkiye Büyük Millet Meclisi orduları kazanmıştır. Gazi Mustafa Kemal “Egemenlik kayıtsız şartsız ulusundur” diyerek milli mücadeleyi Cumhuriyet’le taçlandırmıştır. Resmi kayıtlara göre yüz erkekten doksan üçünün, bin kadından dokuz yüz doksan altısının okuma yazma bilmediği bir toplumdan, yurttaş kimliğine sahip bir ulus devlet yaratmıştır.
İki ayyaştan biri (!)14 Mayıs 1950’de İlçe, İl ve Yüksek Seçim Kurulu’ndan oluşan yargı denetiminde “gizli oy açık sayım” ilkesine dayalı seçimle Türkiye’nin çok partili yaşama geçmesini sağlamıştır. Elbette demokrasinin çocukluk hastalıkları olmuştur. Elbette demokratik yaşam kısa sürelerle de olsa kesintiye uğramıştır. Her şeye rağmen içini boşaltma çabalarına karşın Anayasa Mahkemesi, Yüksek Seçim Kurulu varlıklarını sürdürmektedirler. Hepsinden ötesi 1878’lerden bu yana insanımız seçim sandığının değerini bilmiş ve onu korumuştur. Sandık onun namusudur. Sandıkla iradesini ortaya koyan insanımız demokrasi bilincine ulaşmıştır. Bugün alanlarda duyduğumuz Hak/Hukuk/Adalet sloganları boşuna haykırılmıyor.
Değil yurt dışına kaçmak, telefonla çağrılsa derhal ifade vermeye gidecek yurttaşların onuruyla oynamak sabahın beşinde çocuklarını, konu komşusunu uyandırarak operasyon yapmak evrensel ve ulusal hukuka ve demokrasi ilkelerine uymuyor.
Yarım asır önce, 12 Mart 1971 darbe yönetimini anımsatan uygulamalarla masumiyet ilkesini paspas yapan, daha iddianame yokken düşman bildiklerini yargılayan ve mahkûm eden televizyon kahramanları ülkemize yakışmıyor. Zedelenen sadece onuruyla oynanan yurttaşlar değil dünyadaki itibarımız ve canımız gibi korumamız gereken demokrasimizdir...