**
Aynı senelerde ama ayrı ayrı yerlerde doğmuşlardı. Daha çocuk yaşlarda yolları kasabada kesişmişti. Akran olmalarından sebep çocuklukları beraber geçmişti.
Kasabaya dışarıdan gelen arkadaşlarının çoğu gibi o ve ailesi de altmışlı yıllarda kasabaya gelmişti. Birçoğunun değilde neredeyse tamamının babası kasabanın fabrikasında iş bulmuştu, işte buraya gelmelerinin asıl nedeni de buydu.
Kasabanın fabrikası ailelerinin işi aşı geçimlerini sağladıkları yer olmuştu.
Sonrasında kasabanın lisesinden veya sanat okulundan mezun olununca, üniversitede okumak isteyenler için öncelik sınavlarda şanslarını denemek olmuştu. Başarılı olamazlarsa da kasabanın fabrikasında iş bulmak o günlerde işin kolay tarafıydı. Kasabanın fabrikasında işe girmek isteyenler işbaşı yapmakta fazla zorlanmazlar yaşam savaşına erkenden başlarlardı.
Sınavları kazanıp ta kasabadan ayrılanların birçoğu için gidiş o gidiş olurdu.
Öyle ki kasabanın kendi çocuklarından bazıları bile üniversite eğitimlerinden sonra, işini aşını belki de aşkını başka yerlerde özelliklede büyük şehirlerde bulup oralara yerleşmişti. Kasabaya dönüp yaşamını memleketinde sürdürmek isteyenlerin sayısı ise bazen azınlıkta kalabiliyordu.
Arkadaşı kasabalı değildi, ailesiyle birlikte altmışlarda kasabaya gelmişti, ilk okulu ortayı liseyi kasabada okumuştu. Üniversite sınavlarında başarılı olmuş, mecburen kasabadan ayrılmıştı. Hatta kardeşi de aynı okullarda okumuştu. O üniversite sınavlarında başarılı olamayınca kasabanın fabrikasında işe girmişti, Evlenmiş çoluk çocuğa karışmış hala da yaşamını kasabada sürdürüyordu.
Kasabaya uzun yıllar gelememişti, çok istemesine rağmen yolu pek düşmemişti. Ama kasabayla, arkadaşlarıyla ilişkisini hiç kesmemişti, önemli gelişmelerden kasabada olup bitenlerden hele hele iletişimin kolaylaştığı, dijital yolla haberleşmenin, haber almanın çok kolaylaştığı zamanlardan buyana kasaba hakkındaki haberlerden çok daha fazla ve daha hızlı haberdar olmaya başlamıştı.
Uzun yıllar sonra bir araya geldiler. Bu sefer kasabadan oldukça uzak bir yerde masaya oturduklarında, birbirlerini hem çok özlediklerini hem de anlatacak çok şeylerinin olduğunu iyi biliyorlardı. Konu tekti, konu kasabaydı, konu kasabadaki birlikte geçirilen zamanlardı. Dün gibi gelen çok eski zamanlardı, kısacası kasabanın dünü bugünüydü.
Ne kadar etkilendiyse nereden aklında kaldıysa aniden sordu.
Çarşı’da ne kadar çok kardeş esnaf vardı değil mi? dedi.
Şimdi bunu nerden çıkardın, nereden aklına geldi?
Bilmem, nerden aklımda kalmışsa birden geliverdi ama muhakkak bir şeyden etkilenip bilinçaltıma yerleşmiş olmalı dedi.
Bildiklerini say bakalım, ama nerde ne iş yaptıklarında söyleyeceksin.
Nerden başlayayım dedi.
Aklına kimler geliyorsa ordan başla.
Aklına ilk gelen Çaştaban Raif ile kardeşi Fikri olmuştu. Aynı binada sırt sırta iki ayrı dükkânda, hemen hemen aynı işi, yani manifaturacılık işi yaparlardı. Hemen yakınlarında Çimenoğlu kardeşler vardı. Küçük kardeş Numan ilk zamanlarda Sınger dikiş makinalarının bayiliğini yaparken, iş değiştirip tüp gaz bayiliği işine girmişti, bu tehlikesi büyük bir işti. Zaten büyük bir tehlike de yaşanmıştı. Tüp dolu kamyonda çıkan yangınla birlikte patlayan tüpler kasabalıyı çok korkutmuştu. Kasaba oldukça büyük tehlike atlatmıştı. Abisi Rıdvan Çimenoğlu da öncelerde yaptığı Mobilya işini bırakıp Spor Toto bayiliği işine girmişti. Ayrıca yıllarca da kasabada Kızılay’ın başkanlığını yapmıştı. Sosyal faaliyet yönü oldukça önemli bir kasaba esnafıydı. (Nedense iki arkadaşın da Çimenoğlu kardeşlerin öz kardeş olup olmadıkları konusunda tereddütleri vardı)
Hızını almıştı nokta atışlarıyla konuşmasına devam ediyordu.
Uzun çarşıda lokantacılık yapan Ahmet Kesim ile dört beş dükkân yukarıda bakkaliyesi olan Mehmet Kesim de kardeşlerdi. Hemen üst tarafta Kuyumcu İsmail vardı, iki dükkân üstündeki köşe dükkânda yine kuyum işiyle uğraşan, saat tamirciliği işiyle oyalanan, o zamanlarda kasabanın tek gayri resmi döviz bürosu işleten Ergün Kaynak abisi oluyordu.
Ya sanki kasaba çarşısı değil de, kardeşler çarşısı gibiymiş. Dedi
Bak ben sana bir şey söyleyeyim mi, tamam sen kasabalı değilsin dışarıdan geldin eyvallah, kasabayı çok iyi biliyorsun ona da eyvallah, ama kasabanın kardeş esnaflarının neredeyse tamamı babalarının sağlığı müddetince kerhen ortaklık yaparlardı. Babaları vefat edince ortaklığı bozmak için babalarının kırkının çıkmasını bile beklemezlerdi. Evde başka dükkân da başka kişiliklere bürünürlerdi. Bu kardeşlerin nerdeyse tamamına yakını birbirleriyle dargındır. Bu kasabanın en belirgin hastalığıdır. Tedavisi yoktur.
Benimde çocuk halimle şahit olduğum veya duyup ta aklımda kalan bazı şeyler olmuştu, diyerek devam etti,
Kasabanın çarşısında esnaflık yapan kardeşlerin bazıları aynı işlerden bazıları ise ayrı ayrı işlerden geçimlerini sağlar, evlerini geçindirirlerdi.
Şeref Yazıcı, terzilik sonrası orta sokakta erkek konfeksiyonu işiyle uğraşırken, kardeşi Celal Yazıcı hamam arasında kadın konfeksiyonu işi yapardı.
Nasıl gidiyorum? diye sordu.
Zamanda yolculukta iyi mesafe kat ettin, ama yolun uzun gözüküyor hadi hızlan biraz, cevabını alınca gülüştüler.
Bak sana biraz yardımcı olayım, sende çok iyi bilirsin birlikte az ava gitmedik berber, demeye kalmadı, tabi canım Vicdan abi Orhan abi unutulur mu diye cevabı yapıştırdı.
Birbirlerine iki adım mesafede Berber Vicdan berberlik yaparken az alt tarafta İskele camisinin karşısında abisi Çulluk Orhan lokanta işletirdi.
Müftüoğlu kardeşlerde ayrı ayrı işler yaparlardı. Küçük kardeş Tuncer Müftüoğlu’nun esas işi terzilikti. Kasabadaki gelişimi ve değişimi değerlendirmiş sonralardan kasabanın en önemli nakliyecisi olmuştu. Abi Gencer Müftüoğlu şimdilerin deyimiyle Mali Müşavir o zamanlardaki adıyla Muhasebeciydi.
Karşılıklı dükkanlarda iş yapan Nazlı hafızların çocuklarından büyüğü Turan Özyağcı nalburiye işiyle uğraşırken küçük kardeş İlhan Özyağcı saatçilik yapardı.
Rahmetli Tarık Odabaşının Un pazarında kahvecilik yapan babasının ismi aklıma gelmedi ama düğmeci Muvahhit amcası oluyordu.
Kasabadaki anılar tazelenmeye başlayınca, başka bir konuya atlamayı denedi.
Dur bak unutmadan söylemem lazım, geçen hafta bir kayış aldım biraz bol gelince birkaç delik deldirmem gerekti. Mağazadaki çocuk kayışı delerken elindeki delici alet aklıma neyi getirdi dersin?
Artık bulmacaya mı geçtik?
E hadi,
Birader senin kayışın deliğini delen aletten benim aklıma ne gelecek ki?
Tren desem, kondüktör desem, Kandilli desem, deyince,
Arkadaş senin cismin buralarda ama aklın hala elli, elli beş yıl evvelki günlerde kalmış.
Ticket yazardı, aklımda öyle kalmış ben onu domino taşının kalın kartondan yapılmış haline benzetirdim. Ne kadar çok gider gelirdik, İstasyondan 17 ye Bussing’lerle giderdik te sıra sıra dizilmiş kalın kalaslardan yapılmış oturma yerlerine her seferinde aceleden bacaklarımı çarpardım. Ama en keyifli tarafı varagelle deniz kıyısına inmekti. Bilirsin varagelden inince sağ taraftaki tünelden geçip yine bir deniz kenarına gelirdik. Oradan renkli renkli teller toplardık, hep merak ederdim o teller oraya nerden nasıl gelirdi.
Birde unutamadığım, hani varagelle, varagel başından deniz kıyısına çok dik bir açıyla inerdin de merdivenlerden de inip kumun pek olmadığı her tarafı taşlık plaja gelirdin ya,
İşte kıyıdan iki üç adım sonra denizin içine doğru aynı diklikte yeni bir derinlik başlardı, denizin aniden derinleşmesinden olmalı kadın çoluk çocuk herkes yüzme bilirdi.
Öylesine kendinden geçmişti ki öylesine kendini kaptırmıştı ki, hiç heyecanını bozmak istemedim, sözünü hiç kesmeden onu dinlemeye devam ettim.
Kara tren seyahatinin en çok neresini severdim biliyor musun? dedi.
Yine bir şey demedim nesini der gibi yüzüne baktım.
Kaç tane tünelden geçilirdi hatırlamıyorum ama, tünelden geçerken iki vagon arasındaki sahanlıkta olmaktan büyük bir heyecan duyardım, hele birde tünelden geçerken tren düdüğünü çalarsa işte o heyecanı ben hiçbir yerde yaşadığımı hatırlamıyorum.
Akşam eve gittiğimde annem hep aynı şeyi söylerdi. Yine mi trene bindiniz, oğlum maden ocağında çalışanlar bile evlerine senden daha temiz gidiyorlardır, is kokusundan hiç mi rahatsız olmuyorsun.
Heyecanlanmıştı, hızlı hızlı anlatmıştı anladım ki biraz soluklanması lazımdı.
Demiryolu da tren de bir başka aşktır dedi.
Elbette büyük aşktır, bak bir hatırlatma da benden, zamanında kasabanın istasyon şefi veya müdürü pozisyonunda birisi vardı, Çocuklarının isimlerini Rayten ve Demirten koymuştu.
Demiryolunu birileri sevmez ama sevenler için büyük aşktır.
Çok gerilere gittik birazda bugünlere gelsek mi, ne dersin?
İkiside uzun yıllardır kasaba dışında yaşıyorlardı. Kasabada olup biteni çoğunlukla arkadaşlarından ama daha çok yerel basın aracılığı ile takip ediyorlardı. Zamanında kasabada günlük çıkan iki gazeteden bu günlere gelinmişti.
Ben köşe yazarlarının yazdıklarına da çok değer veriyorum yorumlarını çok önemsiyorum. İşini layıkıyla yapan birkaç kişi dışında birçok köşe yazarı adeta kendilerine zorla yazı yazdırılıyormuş izlenimini yaratıyor bende dedi. Arkadaş yıllardır köşesindeki yazıyı değiştirmemiş kişiler var, yaşıyor mu yaşamıyor mu o bile belli değil. 2022 yılı bitiyor köşe yazarları var 2021 de 2020 de bir yazı yazmış sonrası yok.
Kardeşim tee 2018 de lütfedip bir yazı yazmış, sonrasında yok olmuş, kaybolmuş. Bu gazete yöneticilerinin okuyucularına karşı bir ayıbı değil mi, böyle sorumsuzluk olur mu? Büyük bir ciddiyetsizlik. Daha da ötesi saygısızlık, büyük bir ayıp. Hem yazanın hem de o yazıyı orada tutanın utanması lazım, tabi sözüm işini ciddiyetle yapanlara, okuyucusuna saygısı olanlara değil elbette.
Kasabanın günceline gelmiştik. Kasabayla ilgimin kendisinden daha fazla olduğuna inandığında bunu iyi bildiğinden beni yoklamaya başlamıştı.
Okullarda bakıma alınmış biraz geç olmadı mı? dedi.
Ne söyleyeceğimi anladığından olsa gerek gülmeye başladı. Aslında trajikomik bu durum için kasabalının ne düşündüğünü merak ediyordu.
TOBB yakında okul yapacak sıkışıklık ortadan kalkar biraz sabırlı olmak lazım! Dedim. Hamdolsun ne üniversite inşaatının durumunu ne de cami yerinin son durumunu sordu.
Oradan oraya atlamaya başlamıştı.
Akçakoca’da Zonguldak’ta balık kasabadan daha ucuzmuş diye okudum, oraların denizleri farklı mı? dedi.
Sıkma canını dedim, Kasaba o işi de yakında çözecek, kafesler kurulunca gör bak balık nasıl ucuzlayacak!
Sen her şeyin çözümünü bulmuşsun dedi.
Yerel gazetelerin her gün değişmez ortak tek bir manşetleri var. Farkındasındır hiçbir gün atlamıyorlar. Bu konuda kasaba çok disiplinli, olaya çok sadık. Bu konuda rakipsiz kaldığına inanıyorum. Yerel yönetim başta olmak üzere kimsenin de rahatsız olmadığına inanmaya başladım.
Trafikten bahsediyordu. Çarşı içindeki trafik keşmekeşinden, neredeyse her saat başı meydana gelen kazalardan söz ediyordu. Eskiden bir yerden bir yere giderken araçlar tüm yerleşim yerlerinin içinden geçerdi de kaza haberlerine pek rastlanmazdı.
Ülkemizdeki yetkiler hatta vatandaşlar bile bir olayın önlenmesini, onun önüne geçecek tedbirlerin önceden alınmasını pek sevmiyorlar, o yolu pek tercih etmiyorlar. Onun yerine olay olduktan sonra yaraları sarmayı daha çok benimsiyorlar. Bu her yerde her şeyde böyle oluyor. Yoksa kazaların yoğunluğu ne nüfusun artmasına nede araç sayısının çoğalmasına bağlanabilir.
Yine aklına bir şey gelmişti.
Saate baksak mı? dedim,
Tamam dedi, Şimdi kalk havasını çalarız ama bir dinle.
Sende duymuşsundur gazetelerde yer aldı. Eğitim durumunun yüzde üç olduğu bir yerde, bir parti tek başına oyların yüzde doksan yedisini almış. Eğitim durumunun yüzde doksan yedi olduğu yerde ise aynı partinin oy oranı yüzde üçte kalmış.
Nuri Öztürk / Sapanca